16 Aralık 2018 Pazar

ÇOCUKLARDA BEDEN EĞİTİMİ, SPOR VE OYUN ETKİNLİKLERİNE KATILIMIN KEMİK GELİŞİMİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

        



     GİRİŞ

   Eğitimden beklenen temel yararların başında kişilerin gizli güç ve yeteneklerinin ortaya çıkarılması gelmektedir. Günümüzde insanların zihinsel, fiziksel, duygusal ve toplumsal açıdan gelişimlerinin desteklenmesi çağdaş eğitimin bir gereği olarak görülmektedir. Bu kapsamda çağdaş eğitimin amacına ulaşabilmesi için kişilerin zihinsen özelliklerinin yanında fiziksel özelliklerinin de eğitilmesine gereksinim vardır (1). Bu noktada beden eğitimi ve spor derslerinin eğitim faaliyetleri içerisinde önemli bir misyon ve öneme sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü beden eğitimi dersleri, genel eğitim sistemi içerisinde bireyin gelişimini fiziksel etkinlikler yolu ile destekleyen önemli bir derstir (2). Çocuklarda birçok gelişim alanı süreklilik arz etmekle beraber, gelişimin ivmesi bazı dönemlerde farklılık göstermektedir (3). Çocuklarda bireysel farklılıkların da görüldüğü her gelişim alanı bir sonraki gelişim alanı ile yakından ilişkilidir (4). Dolayısıyla gelişimin süreklilik arz eden bir bütün olduğu, her gelişim alanının bir sonraki gelişim alanı ile ilişkili olduğu söylenebilir. Çocuklarda gelişimin değerlendirildiği kriterlerden birisi kemik gelişimidir. Koruyucu hekimlik alanında kemik sağlığı her geçen gün önem kazanan bir konu haline gelmiştir (5). Çünkü çocuklarda kemik gelişimi sağlıklı büyüme ve gelişmenin önemli bir göstergesidir. Literatürde yer alan bilgiler ve yapılan araştırma sonuçları değerlendirildiği zaman çocukların kemik gelişimlerinin bazı dönemlerde hızlı, bazı dönemlerde ise yavaş gerçekleştiği görülmektedir. Tepeli’ye (2011) göre, bebeklerde doğuştan sonra 270 kemik bulunmakta olup, bu dönemdeki kemikler ince, esnek ve bükülebilir bir özelliğe sahiptirler. İlk çocukluk döneminde kemik gelişiminin henüz tamamlanmamış olması çocuklarda fiziksel duruş bozukluklarının görülmesine neden olmaktadır. Buna karşılık kemikler esnek bir yapıya sahip oldukları için zor kırılan bir özellik göstermektedirler. Bu durum çocukların özellikle ilkokul yıllarında incelik isteyen küçük el işlerini yapmalarında zorluk yaşamalarına neden olmaktadır. Çocuklarda kemik gelişimi bireysel özelliklere göre farklılık göstermekle beraber kemik gelişimindeki bireysel farklılıklar genellikle boy uzunluğu ile rahatça tespit edilebilmektedir (6). Çocuklarda kemik gelişimi diğer gelişim alanlarını, özellikle de motor gelişim alanını etkilemektedir (3). Bu nedenle çocuklarda kemik gelişimini ve kemik sağlığını etkileyen unsurların değerlendirilmesi, kemik gelişimini olumlu veya olumsuz yönde etkileyen unsurların belirlenmesi oldukça önemlidir. literatürde yer alan araştırmalar incelendiği zaman, kemik gelişimini etkileyen birçok içsel ve dışsal unsur olduğu belirtilmiş, beden eğitimi, spor ve oyun etkinliklerine katılımın kemik gelişimini olumlu yönde etkilediği, buna karşılık hareketsiz yaşam tarzının çocukların kemik gelişimlerini ve kemik sağlıklarını olumsuz yönde etkilediği belirtilmiştir. Ancak ülkemizde bu alanda yapılan araştırmaların sınırlı olduğu görülmüş, bu kapsamda yapılan bu araştırmada çocuklarda beden eğitimi, spor ve oyun etkinliklerine katılımın kemik gelişimi üzerine etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.



        Beden Eğitimi, Spor ve Oyun Kavramları 

      Kavramsal olarak beden eğitimi ‘’insanın fiziksel ve ruhsal sağlığını geliştirmek amacıyla organizmanın bütünlük ilkesine dayanarak uygulanan ve tüm kişiliğin eğitimi’’ olarak tanımlanan bir kavramdır (7). Diğer bir tanıma göre beden eğitimi ‘’sosyal ihtiyaçlarına uygun olarak, kişinin biyolojik kapasitesinin geliştirilmesi amacıyla yapılan bazı fiziksel egzersizlerin tümünü değerlendiren ve sistematik olarak sürdürülen etkinliklerdir’’ şeklinde tanımlanmıştır (8). Beden eğitimi faaliyetleri özellikle çocukluk döneminde gelişimin desteklenmesinde büyük bir öneme sahiptir. Beden eğitimi dersleri fiziksel ve kassal gelişiminin yanında çocukların zekâ gelişimleri açısından da yararlıdır. Bu nedenle okul çağındaki çocuklara uygun beden eğitimi programlarının hazırlanması önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır (9). Spor kavramı, insanların çeşitli amaçlarla belirli kurallar dâhilinde yaptıkları fiziksel etkinlikler şeklinde tanımlanmaktadır. Bu kapsamda insanların profesyonel oyuncu olarak veya serbest zamanlarını değerlendirmek için katıldıkları futbol, basketbol ve yüzme gibi aktiviteler spor kavramı içerisinde değerlendirilmektedir. Çünkü söz konusu aktiviteler belirli amaçlar doğrultusunda ve ilgili branşın kuralları dikkate alınarak yapılmaktadır (10). En genel tarifi ile oyun, belirli bir hedefe yönelik olan ya da olmayan, kuralsız ya da bazı kurallara bağlı olarak uygulanabilen, her şartta çocukları isteyerek ve severek yer aldıkları, bilişsel, dilsel, fiziksel, sosyal ve duygusal gelişimin temeli olan, gerçek yaşamın bir parçası ve çocuklar için etkin bir öğrenme süreci olarak tanımlanmaktadır. Oyun her yaş grubundaki insan için farklı anlamlar taşıyan bir olgudur. Yetişkin bireyler açısından oyun, dinlenme, eğlenme veya boş zamanları değerlendirme faaliyeti olarak ele alınmaktadır. Çocuklar açısından oyun, yaşadığı dünyayı, çevreyi ve etrafındaki insanları tanıma aracı olarak kullanılmaktadır (11). Ayrıca oyun ile çocuklar kendi bedenlerinin ve yeteneklerinin de farkına varmaktadırlar (12).




      Büyüme ve Gelişme Kavramları


       Büyüme ve gelişme kavramları çocuk gelişimi ve eğitiminde kullanılan temel kavramlar arasında yer almaktadır (13). Hücrelerin büyümesi ve çoğalmasının neden olduğu vücut ölçülerindeki değişim ‘’büyüme’’ olarak tanımlanmaktadır. Büyüme süreci doğumdan ölüme kadar geçen süre içerisindeki tüm değişiklikleri kapsamaktadır. Büyümenin en belirgin göstergeleri vücut ölçülerinde ve ağırlığındaki artıştır. Gelişim ise, organizmada gözlenen fonksiyonel değişiklikleri ifade etmektedir. Kişinin fonksiyonel özelliklerinin gelişmesi ile olgunlaşma gerçekleşir (3,14). Literatürde büyüme ve gelişim kavramlarının birbiri ile sürekli karıştırıldığına dair bulgular mevcuttur. Ancak büyüme ve gelişme birbirinden ayrı anlamlar taşıyan olgulardır. Burada önemli olan ayıt edici nokta büyümenin vücut oranlarındaki değişikliklerle ilgili olmasıdır (13, 14). Çocuklarda gelişim, olgunlaşma ile büyüme değişimlerini ifade eden bir süreçtir. Gelişim sürecinde herhangi bir durma veya sonlanma söz konusu değildir. Çocukluk döneminde gelişim bazen yavaşlayabilir, ancak sürekli olarak devam eder. Bu nedenle çocuklara uygulanacak her türlü spor, oyun ve antrenman etkinlikleri çocukların gelişim özellikleri göz önünde bulundurularak hazırlanmalıdır (3).



    Çocuklarda kemik gelişimi

    Çocuklarda kemik gelişimi, özellikle de yıllık boy uzaması büyüme hızının izlenmesinde büyük bir role sahiptir (4). Bunun yanında kemik gelişimine bağlı olarak çocuklarda kronolojik ve biyolojik yaş tespiti de yapılabilmektedir. Özellikle kemik epifiz bölgelerinin radyolojik olarak görüntülenmesi yaş tespitinde sıklıkla yararlanılan bir yöntemdir (15). Çocuklarda kemik gelişimi doğumdan itibaren her geçen yıl sürekli artan bir seyir izlemektedir. Yeni doğan bir bebeğin ortalama boy uzunluğu 48-53 cm arasında bulunmaktadır. Doğumdan sonra bebeğin boyu ilk 6 ayda 8 cm, ikinci 6 ayda ise ortalama olarak 4 cm uzamaktadır. 1-2 yaşlarında ise boy uzaması 10-12 cm civarındadır. Bu kapsamda doğumdaki boylarına göre boy uzunluklarının ilk 3 ay %20, bir yaşına kadar %50 ve iki yaşına kadar %75 düzeyinde geliştiği görülmektedir (6). Dolayısıyla bebeklerde iki yaşına kadar kemik gelişiminde bazen hızlı bazen yavaş olmakla beraber sürekli bir gelişimin olduğu söylenebilir. Çocuklarda kemik gelişimi 2-6 yaş döneminde yavaşlamaktadır. Özellikle boy uzunluğundaki gelişim eğrisine bakıldığı zaman kemik gelişiminde bir yavaşlama olduğu görülmektedir. Nitekim bebeklerin boyları ilk yaşlarında 20-25 cm uzarken, 2-3 yaşında 10 cm, 5-6 yaşlarında ise 5-6 cm uzamaktadır. İlkokul döneminde de çocukların kemik gelişimlerindeki yavaşlama devam etmekte olup, 6-7 yaş grubundaki çocuklarda yıllık boy artışı 10 cm civarındadır (6). Boy uzamasındaki yavaşlama 9 yaşına kadar devam etmektedir. Bu yaş dönemine kadar kız ve erkek çocuklarının kemik gelişimlerinde ve boy uzunluklarında anlamlı farklılık gözlenmemektedir. 9 yaşından sonra kemik gelişimi ve boy uzamasında önemli bir hızlanma görülür (4). Kemik gelişiminin üst düzey geliştiği dönemin de ergenlik dönemi olduğu belirtilmektedir (13). Çocuklarda kemik sağlığı ve gelişimini etkileyen birçok unsur bulunmaktadır. Kemik sağlığını ve gelişimini etkileyen unsurların başında genetik yapı, hormonal özellikler, organizmanın D vitamini ve kalsiyum metabolizması, beslenme biçimi, yaşam tarzı, vücut ağırlığı, egzersiz ve spora katılım ile kullanılan ilaçlar gelmektedir (5, 16).




     Beden Eğitimi, Spor ve Oyunun Kemik Gelişimine Etkileri 


      Spor etkinliklerine katılım insan sağlığını birçok açıdan olumlu yönde etkilemekte olup (17), beden eğitimi ve spor etkinlikleri ile oyun faaliyetlerine katılımın fiziksel (18), motorsal (19), psikolojik (20, 21, 22, 23) ve sosyal gelişim (24, 25, 26) üzerine olumlu etkileri olduğu bilinmektedir. Bunun yanında spor etkinliklerine katılımın çocukların kemik gelişimleri üzerine etkilerinin birçok araştırmaya konu olduğu belirtilmektedir (4). Beden eğitimi ve spor etkinliklerinin yanında çocuklarda oyun etkinliklerinin de fiziksel gelişim üzerine faydaları olduğu bilinmektedir (11). Nitekim yapılan araştırma bulguları da bu düşünceyi desteklemektedir. Meyer vd., (2013) tarafından yapılan araştırmada, çocuklara okulda uygulanan beden eğitimi ve spor etkinliklerinin kemik gelişimi üzerine etkileri incelenmiştir. Araştırmada okul ortamında düzenli olarak beden eğitimi ve spor etkinliklerine katılan çocukların kemik mineral yoğunluklarının arttığı tespit edilmiştir (27). Ameri vd., (2012) tarafından yapılan araştırmada yaş ortalaması 8-12 arasında olan çocuklara 3 ay boyunca haftada 3 gün düzenli egzersiz çalışması uygulanmıştır. Bunun yanında aynı yaş grubunda bulunan diğer çocuklara da kalsiyum ve D vitamininden zengin beslenme programı uygulanmıştır. Araştırmanın sonunda hem fiziksel aktivite grubunun hem de mineral destekli beslenme programına dâhil edilen grubun kemik mineral yoğunluklarında anlamlı bir gelişme meydana geldiği tespit edilmiştir. Ancak beslenme grubu ile kıyaslandığı zaman egzersiz grubunda bulunan çocukların kemik mineral yoğunluklarının daha fazla geliştiği tespit edilmiştir (28). Janz vd., (2006) tarafından yapılan diğer bir araştırmada, 5-8 yaş grubunda bulunan kız ve erkek çocuklarda fiziksel aktivite düzeyinin kemik gelişimi üzerine etkileri incelenmiştir. Araştırmada çocukların fiziksel aktivite düzeylerinin yüksek olmasının genel kemik gelişiminin %5 oranında daha iyi olmasını sağladığı tespit edilmiştir. Ayrıca fiziksel aktivite düzeyinin en fazla kalça kemiğinin gelişimini desteklediği belirlenmiş ve yüksek fiziksel aktivite düzeyinin kalça kemiğinin gelişimini %14 düzeyinde desteklediği bulunmuştur (29). Menarşal dönem öncesinde bulunan 10-13 yaş grubu kız çocukları üzerinde yapılan bir araştırmada, çocukların düşük, orta ve yüksek fiziksel aktivite düzeyine sahip olmanın kemik gelişimini etkilediği tespit edilmiştir. Söz konusu araştırmada, kız çocuklarında fiziksel aktivite düzeyinin artmasına bağlı olarak kemik gelişiminin desteklendiği tespit edilmiştir. Özellikle fiziksel aktivite düzeyinin tibia (kaval kemiği) uzunluğunu %38 düzeyinde etkilediği belirlenmiştir (30). Çocuklarda kemik gelişiminde beden eğitimi, spor ve oyun etkinliklerine katılımın faydalı olmasının temelinde, fiziksel aktivite yetersizliğinin çocuklarda kemik gelişimini olumsuz yönde etkilemesi yatmaktadır. Nitekim literatürde yer alan araştırmalarda bu görüşü desteklemektedir. Vicente-Rodriguez vd., (2009) tarafından yapılan araştırmada, çocuklarda sedanter (hareketsiz) yaşam tarzına sahip olmanın kemik gelişimini olumsuz yönde etkilediği belirtilmiş ve televizyon karşısında uzun süre vakit geçiren, hareketsiz yaşam tarzına sahip olan çocuklarda düşük kemik mineral yoğunluğu  görülme riskinin yüksek olduğu tespit edilmiştir (31). Literatürde yer alan araştırmalar incelendiği zaman özellikle orta ve ileri yaş grubunda bulunan bireylerde kemik mineral yoğunluğundaki azalmaya bağlı olarak bazı kemik rahatsızlıkları ortaya çıkmaktadır. Orta ve ileri yaş grubunda bulunan bireylerde en sık karşılaşılan kemik rahatsızlıklarının başında osteoporozun geldiği belirtilmektedir (32, 33). Hatta günümüzde osteoporozun çocuklarda da görülmeye başlandığı, osteoporozun çocuklarda kemik kırılmalarına neden olduğu rapor edilmiş ve çocuklarda osteoporoz ile ilgili araştırmalar yapılmaya başlanmıştır (34). Bu noktada kemik gelişiminin yanında kemik sağlığının korunması için de çocuklarda spora katılımın önemli bir konu olduğu söylenebilir. Çünkü kemik gelişiminin sağlıklı olmasının yanında beden eğitimi ve spor etkinliklerinin kemik hastalıklarına yakalanma riskini de azalttığı bilinmektedir. Yabancı ve Pekcan (2010) tarafından yapılan araştırmada, çocukluk ve gençlik döneminde fiziksel etkinliklere katılımın kemik mineral yoğunluğunun gelişimine katkı sağladığı belirtilmiş ve ilerleyen yaşlarda kemik rahatsızlıklarına yakalanma riskinin en aza indirilmesinde küçük yaşlarda fiziksel etkinliklere katılmanın faydalı olacağı savunulmuştur (35). Özen vd., (2007) tarafından yapılan diğer bir araştırmada, çocuklarda spora katılımın kemik sağlığını geliştirdiği tespit edilmiş, elde edilen bulgular ışığında gelecekte toplum genelinde osteoporoz görülme sıklığının en aza indirilmesinde adolesan dönem öncesindeki çocukların spora yönlendirilmelerinin faydalı olacağı vurgulanmıştır (36). Meyer et al., (2013) tarafından yapılan araştırmada da çocukluk döneminde fiziksel aktiviteye katılımın kemiklerin büyümesine ve sağlıklı gelişmesine katkı sağladığı belirtilmiş, bu durumun ilerleyen yıllarda osteoporoz gibi kemik rahatsızlıklarına yakalanma riskini azalttığı ifade edilmiştir (27). Casazza vd., (2012) tarafından yapılan diğer bir çalışmada ise çocuklarda kemik kalitesinin yükseltilmesinde fiziksel etkinliklere katılımın faydalı sonuçlar ortaya koyduğu tespit edilmiştir (37). Literatürde yer alan birçok araştırmada da çocuklarda kemik sağlığının korunması, geliştirilmesi ve osteoporozun önlenmesinde beden eğitimi ve spor etkinliklerine katılımın faydalı sonuçlar ortaya koyduğu tespit edilmiştir (38, 39, 40, 41, 42, 43).

     Sonuç

    Sonuç olarak, literatürde yer alan araştırma bulguları değerlendirildiği zaman çocuklarda beden eğitimi, spor ve oyun etkinliklerine katılımın kemik gelişimini olumlu yönde etkilediği söylenebilir. Ayrıca çocuklarda kemik gelişiminin sağlıklı olmasında da beden eğitimi, spor ve oyun etkinliklerinin önemli bir role sahip olduğu görülmektedir. Bu kapsamda çocuklarda kemik sağlığının korunması ve geliştirilmesi için beden eğitimi ve spor etkinliklerine katılımın arttırılması için gerekli önlemlerin alınması oldukça önemlidir. Çocuklarda hareketsiz yaşam tarzının en aza indirilmesi için gerekli önlemlerin alınmasının da çocukların kemik gelişimlerini desteklemeye yardımcı olacağı düşünülebilir.

 

    ÖZET

Günümüzde çocuklar arasında hareketsiz yaşam tarzının sürekli arttığı bilinmektedir. Hareketsiz yaşam tarzının çocuklarda bazı sağlık sorunlarına neden olduğu belirtilmektedir. Ayrıca çocuklarda hareketsiz yaşam tarzının büyüme ve gelişimi de olumsuz yönde etkilediği vurgulanmaktadır. Özellikle çocuklarda kemik gelişimi hareketsiz yaşam tarzından olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu nedenle çocuklarda hareketsiz yaşam tarzının en aza indirilmesi önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Beden eğitimi, spor ve oyun etkinliklerine katılımın sağlık üzerine yararları bilinmektedir. Yapılan birçok araştırma bulgusu bu düşünceyi desteklemektedir. Ayrıca çocuklarda kemik gelişiminin desteklenmesinde de beden eğitimi, spor ve oyun etkinliklerine katılımın faydalı olacağı belirtilmektedir. Ancak özellikle ülkemizde bu konuda yapılan araştırmaların sınırlı olduğu görülmüştür. Böylece bu çalışmada, çocuklarda beden eğitimi, spor ve oyun etkinliklerine katılımın kemik gelişimi üzerine etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.


    KAYNAKÇA

  1. Celik A, Sahin M. Sports And Child Development. International Journal of Social Science. 2013; 6(1): 467-478.
  2. Öztürk A. Okul Öncesi Eğitimde Oyun. Ankara: Eğiten Kitap. 2010
  3. Özer DS, Özer MK. Çocuklarda Motor Gelişim. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. 2006
  4. Ercan, O. Ergenlik Çağında Kemik Sağlığı. Türk Pediatri Arşivi. 2011; 46: 54-58.
  5. Houwen S, Hartman E, Visscher C. Physical Activity And Motor Skills in Children With And Without Visual Impairments. Medicine And Science in Sports And Exercise. 2009; 41(1): 103-109
  6. McPhie ML, Rawana JS. The Effect Of Physical Activity On Depression In Adolescence And Emerging Adulthood: A Growth-Curve Analysis. Journal of Adolescence. 2015; 40, 83- 92.
  7. Vardar T. Gençlerde Saldırgan Davranışların Önlenmesinde Sporun Önemi. Uluslararası Multidisipliner Akademik Araştırmalar Dergisi. 2015; 2(2): 41-49.
  8. Uluışık V, Pepe K. Spor Yapan ve Yapmayan Ortaöğretim Öğrencilerinin Stres ve Saldırganlık Düzeylerinin İncelenmesi. Uluslararası Spor Bilimleri Dergisi. 2015; 1(1): 1-13
  9. Yalçın U, Balcı V. 7-14 Yaş Arası Çocuklarda Spora Katılımdan Sonra Okul Başarılarında, Fiziksel ve Sosyal Davranışlarında Oluşan Değişimlerin İncelenmesi. SPORMETRE Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi. 2013; 11(1): 27-33.
  10. Şahin A. Engellilerde Sosyal Gelişim Yetersizlikleri: Sosyalleşme Sürecinde Sporun Faydaları. Uluslararası Multidisipliner Akademik Araştırmalar Dergisi. 2015; 2(3): 20- 28.

İLKÖĞRETİM, LİSE VE ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN BEDEN EĞİTİMİ VE SPORA İLİŞKİN TUTUMLARININ KARŞILAŞTIRIMASI

     



     GİRİŞ

        Eğitimden beklenen, bireylerin gizli güçlerini ve yeteneklerini ortaya çıkararak en üst düzeyde geliştirilmesine yardım etmektir. Bireyleri fiziksel, zihinsel, duygusal ve toplumsal yönleriyle bir bütün olarak yetiştirmek çağdaş eğitimin temel ilkelerindendir. Çağdaş anlayışa uygun olarak eğitimdeki amacın gerçekleşmesi bireyin, zihinsel eğitiminin yanısıra fiziksel eğitimi ile olasıdır. Hareket etmeyi öğrenme ve hareketler yoluyla öğrenmeyi amaçlayan beden eğitimi, genel eğitimin vazgeçilemez bir parçasıdır ve genel eğitimin amaçlarına hareketler aracılığı ile katkıda bulunur. Genel eğitim içinde büyük öneme sahip olan beden eğitimi ve sporun temel amacı, çocukların fiziksel etkinlikler yolu ile eğitimini sağlayarak her öğrencinin hareket kapasitesinin en üst düzeye çıkmasına yardımcı olmaktır. Aynı zamanda çocukların fiziksel, zihinsel sosyal ve duygusal gelişimlerinin en üst düzeye çıkarılmasına katkıda bulunmaktır. Bu çerçevede beden eğitimi; okul beden eğitimi programlarında fiziksel aktiviteler ile öğrenci gelişimine, bilgisine, tutumlarına, motor ve davranışsal becerilerine eğlenceli katılım sağlamak amacıyla yapılan ve fiziksel devamlılık içeren aktif hayat şeklidir (Pate, Corbin ve Pangrazi, 1998) diye tanımlanmaktadır. Beden eğitimi dersinin bu işlevleri yerine getirebilmesi için üç temel öğenin; öğrenci, öğretmen ve programın düzen içerisinde yürütülmesi gerekmektedir. Bu üç öğe, Beden Eğitimi dersini yönlendiren, biçimlendiren en önemli olgulardır. Beden Eğitimi dersinin daha etkin ve yaygın duruma getirilebilmesi ve çocukların bir bütün olarak gelişmesi, bu öğeler arasındaki ilişkinin sağlıklı ve uyumlu olmasına bağlı görünmektedir. Öğrenci tutumları öğretmenler ve program için önemli bir boyuttur. Diğer alanlarda olduğu gibi okul ortamında öğrenciler beden eğitimi ve spor dersine ilişkin de tutumlar oluştururlar. Beden eğitimi dersine öğrencilerin olumlu tutum geliştirmeleri dersin verimli işlenmesini sağlayarak öğretmeni de güdüleyebilir (Demirhan ve Altay, 2001). Amerikan Ulusal Beden Eğitimi ve Spor Birliğine (NASPE) göre, beden eğitimi dersinin ilk amacı öğrencilerde pozitif tutumlar geliştirmek ve hayat boyu fiziksel aktivitelerinin yükseltilmesine katkıda bulunmaktır (NASPE, 1995). Tüm bu açıklamalardan sonra tutum ile ilgili değişik kişiler tarafından birçok tanımın yapıldığını görebiliriz. Bu tanımlar incelendiğinde; Safrit ve Wood’a (1995) göre, bir durum, kişi ya da bir aktiviteye karşı duyulan özel bir hisdir. Tezbaşaran’a (1997) göre; belirli nesne, durum, kurum, kavram ya da diğer insanlara karşı öğrenilmiş, olumlu ya da olumsuz tepkide bulunma eğilimidir. Ertürk’e (1998) göre; tutumlar, ilgiler, beceriler ve bilgi ile ilgili hedeflerin gerçekleştirilmesinde birbirinden farklı unsurlar, yaptıraçlar, ipuçları, pekiştireçler ve malzemeler yakışkın olabilir. Öğretmenlerin tutumlara ilişkin sonuç alabilmeleri için tutumların öğrenme süreciyle bağlantılı olduğunu, değiştiğini ve biçimlendirildiğini bilmeleri gerekmektedir. Beden eğitimi derslerinin içeriği, öğretim yöntemleri, sınıf ortamı ve okul sisteminin öğrenci tutumlarını etkilediği bilinmektedir (Subramaniam ve Silverman, 2000). Carlson’e (1994) göre, tutumları etkileyen faktörler; kültürle ilişkili olanlar (cinsiyet, idoller, ilgilerin farklı oluşu), toplum ile ilişkili olanlar (aile, spor deneyimleri, beceri seviyesi, akranlarla ilişkiler, önceki beden eğitimi deneyimler ve sporla ilgili algılar) ve okul ile ilişkili olanlar (öğretmen etkisi) şeklinde sıralanmaktadır. Kazanma, başarı, iyi performans gösterme, takım çalışması, eğlenceli katılım birçok orta ve yüksekokul öğrencileri için pozitif beden eğitimi deneyimleri olarak sayılırken, yanlış egzersiz ve yaralanmalarla ilgili deneyimler negatif deneyimleri içermektedir (Tannehill ve Zakrajsek, 1993). Öğrencilerin pozitif deneyimleri olumlu tutum geliştirmelerine, neğatif deneyimleri ise olumsuz tutum geliştirmelerine neden olmaktadır. Aicinena’ya (1991) göre öğrencilerin beden eğitimine karşı olumlu tutum geliştirmesinde öğretmen davranışı, sınıf çevresi, aile ve okul yönetimi önem taşımaktadır. Ayrıca öğrencilerin ilgilerini çeken programlar, öğretmenin etkililiği, öğrencilerin anlama düzeyi ve beden eğitimi dersinin gerekli olduğuna inanmaları öğrencilerin olumlu tutum geliştirmelerine katkıda bulunmaktadır (Luke ve Cope, 1994). Beden eğitimi dersinin farklı yapısı nedeniyle birçok araştırmacı tutum ile ilgili araştırma yapma ihtiyacı duymuştur. Yapılan araştırmalar yaş ve cinsiyet ile ilgili öğrencilerin beden eğitimi ve spora karşı geliştirdikleri olumlu ve olumsuz tutumları içermektedir. Carlson (1995), 11-15 yaşlar arası ortaokul öğrencileri ile yaptığı çalışmada, öğrencilerin beden eğitimi dersini %21 oranında eğlenceli bulmadıklarını ve olumsuz tutum sergilediklerini belirtmiştir. Bunun nedeninin de ilgisiz konu ve materyaller, yetenek yoksunluğu, yarışma ortamları ve ayrımcılık hissinin olduğunu belirtmiştir. Ryan ve arkadaşları (2003) yaptıkları çalışmada, ortaokul öğrencilerinin beden eğitimi öğretmenlerine ve beden eğitimi dersine ilişkin tutumlarını saptamış ve lise öğrencileriyle yapılan benzer çalışmalarla bağlantı kurmayı amaçlamıştır. Bu çalışmada 611 ortaöğretim öğrencisinin tutumları ölçülmüş ve ilk sırada beden eğitimi dersinde öğrencilerin değişik aktivitelerden hoşlandıkları (%83), ikinci sırada ise öğretmen davranışlarından hoşlandıkları (%80) ortaya çıkarken hoşlanmadıkları arasında ise ilk sırada kısa ders periyodları (%38) ve ikinci sırada kıyafet değiştirmek (%27) yer almaktadır. Figley (1985), öğrencilerin beden eğitimine ilgisini uyandıran veya uyandırmayan yönlerini saptamak için bir araştırma yapmıştır. Olumlu ve olumsuz tutumlarla ilgili en çok sözü edilen konuların öğretmen ve programla ilgili olduğunu göstermiştir. Carlson (1994), Park (1995) ve Rice (1988)’da yaptıkları çalışmalarda beden eğitimi dersini seven öğrencilerin beden eğitimine ilişkin pozitif tutumlar geliştirdikleri ve beden eğitimi öğretmenlerini iyi model olarak düşündükleri açıklanmıştır. Beden eğitimi derslerindeki en olumlu deneyimler çeşitli aktiviteler sunmak, kazanma/başarı, iyi yapmak, katılmak, takım çalışması ve tatmin olma/eğlenme olarak sayılabilir (Chung ve Philips, 2002). Yapılan çalışmaların bir çoğunda ayrıca hem öğretmenin hem de öğrencilerin cinsiyetinin öğrenci tutumunu etkilediği görülmüştür. Bu araştırmaların büyük bir kısmında beden eğitimi derslerine karşı erkek öğrencilerin kız öğrencilere göre daha pozitif tutum içerisinde oldukları ortaya çıkmıştır (Carlson, 1995; Weinberg ve ark., 2001) Silverman ve Subramaniam’ın (1999) belirttiklerine göre Oliver (1982) 419 öğrenci ve 15 öğretmenle yaptığı çalışmada hem kızların hem erkeklerin tutumunda ön-testten son-teste doğru bir azalma saptamıştır. Treanor ve diğerleri (1998), güz döneminde karma eğitime katılan ve bahar döneminde ise erkek ve kız öğrencilerin ayrı olarak derse katıldığı 466 ilköğretim ikinci kademe öğrencisi üzerinde bir araştırma yapmışlardır. Öğrencilerin yıl boyunca yaptıkları aktiviteleri yansıtan ve isimsiz olarak doldurulan ölçek, asıl olarak, öğrencilerin beden eğitimine ilişkin duydukları ilgileri ile ilgili görüşlerini ortaya koymak, algıladıkları yetenekleri ve karma ya da ayrı olarak işlenen beden eğitimi ile ilgili tercihlerini ölçmeyi amaçlamışlardır. Sonuçlara göre, erkek öğrenciler kızlara göre kendilerini daha yetenekli, güçlü ve kuvvetli hissetmişler, kızlar ise kendilerini erkeklerden daha şişman algılamışlardır. Ayrıca, kız öğrenciler altıncı sınıftan sekizinci sınıfa doğru beden eğitimi dersinden hoşlanma konusunda sistematik bir düşüş sergileseler de, erkek öğrenciler beden eğitimi dersinden giderek daha çok zevk almışlardır. Ancak, King’in (1994) 7-9. sınıflarda öğrenim gören 726 öğrenci ile yaptığı çalışmada, beden eğitimi derslerinde kız öğrencilerin yaşıtları olan erkek öğrencilere göre tutum puanlarının oldukça pozitif olduğunu bulmuş ve bu duruma neden olan güçlü faktörü, kız öğrencilerin beden eğitimi derslerinde elde ettikleri statünün, beden eğitimine karşı olumlu tutum sergilemelerine yol açtığı şeklinde yorumlamıştır. Tüm bu açıklamalardan sonra yaptığımız bu araştırma; daha önceki çalışmaların eksikliğinden yola çıkılarak cinsiyet ve sınıf düzeyine (yaşa) göre sporcu lisansı olan öğrencilerin beden eğitimi ve spora karşı tutumlarının sporcu lisansı olmayan öğrencilere göre nasıl bir değişiklik göstereceğinin tespit edilmesi amacıyla planlanmıştır. Çalışma Ankara ilindeki ilköğretim 8. sınıf, lise 1. sınıf ve üniversitede öğrenim gören, sporcu lisansı olan ve olmayan öğrencilerin beden eğitimi dersine karşı tutumlarının tespit edilmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu çalışmanın uygulandığı araştırma grupları ile elde edilen veriler sonucunda sporcu lisansı olan ve olmayan öğrencilerin cinsiyete ve öğretim düzeyine (yaşa) göre tutumlarındaki farklılaşma ilerideki çalışmalara ışık tutabileceği gibi beden eğitimi derslerinde, beden eğitimi öğretmenlerine ve üniversite öğretim elemanlarına yol gösterici olacaktır.




  ÖZET


     Bu araştırma, Ankara’nın merkez ilçelerinde ilköğretim, lise ve üniversite düzeyinde öğrenim gören öğrencilerden sporcu lisansı olan ve olmayan kız ve erkek öğrencilerin beden eğitimi ve spora ilişkin tutumlarını karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır. Araştırmaya toplam 2632 öğrenci (İlköğretim okulu 8. sınıfta öğrenim gören ve sporcu lisansına sahip olmayan 376 kız ve 415 erkek; lise 1. sınıfta öğrenim gören ve sporcu lisansına sahip olmayan 321 kız ve 322 erkek; üniversite öğrenim gören, sporcu lisansına sahip olmayan ve seçmeli beden eğitimi dersi alan 237 kız ve 207 erkek, ilköğretim okullarında öğrenim gören ve sporcu lisansına sahip 112 kız ve 128 erkek; lisede öğrenim gören ve ve sporcu lisansına sahip 84 kız ve 178 erkek; üniversitede öğrenim gören ve sporcu lisansına sahip 150 kız ve 102 erkek) katılmıştır. Öğrenci tutumlarının ölçülmesi için Demirhan ve Altay (2001) tarafından geliştirilen, 12’si olumlu 12’si olumsuz olmak üzere toplam 24 maddeden oluşan Beden Eğitimi ve Spor Tutum Ölçeği kullanılmıştır. Ölçeğin Cronbach Alpha güvenirlik katsayısı 0.93, Ölçüt geçerliliği katsayısı da 0.83 olarak hesaplanmıştır. Verilerin analizinde bağımsız gruplar için iki faktörlü varyans analizi (Two-Way ANOVA) kullanılmıştır. Farkın hangi gruptan kaynaklandığını belirlemek için Tukey Testinden yararlanılmıştır. Araştırmaya katılan ilköğretim, lise ve üniversite öğrencilerinin tutum puanları ortalamaları üzerine yapılan analiz sonucunda, öğrencilerin sınıf düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. Sonuçlar, öğrenci cinsiyeti açısından incelendiğinde erkekler lehine istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmüştür. Aynı zamanda çalışmanın sonuçları, spora aktif katılım açısından incelendiğinde sporcu lisansına sahip olan öğrenciler lehine istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmüştür (p<0.05). Sonuç olarak, öğrencilerin yaşları büyüdükçe tutum puanları artmıştır. Aynı zamanda erkek öğrencilerin ve sporcu lisansına sahip olan öğrencilerin tutum puanları yüksektir.

   KAYNAKÇA


  1.    Aicinena, S. (1991). The teacher and student attitudes toward physical education. Phys Educ, 48(1), 28-32.
  2. Carlson, T.B. (1994). Why students hate, tolerate, or love gym: A study of attitude formation and associated behaviors in physical education (Doctoral dissertation, University of Massachusetts, 1994). Dissertation Abstracts International, 55-03A, 0502.
  3. Carlson T.B. (1995). We Hate Gym: Student Alienation From Physical Education. J Teach Phys Educ, 14, 467-477.
  4. Chung, M.H. & Phillips, D.A. (2002). The relationship between attitude toward physical education and leisure-time exercise in high school students. Phys Educ, 59(3), 125-138.
  5. Demirhan, G. & Altay, F. (2001). Lise birinci sınıf öğrencilerinin beden eğitimi ve spora ilişkin tutum ölçeği II. Spor Bilimleri Dergisi, 12(2), 9-20.

     

ÖĞRETMEN VE ÖĞRENCİ

 


   GİRİŞ

Sınıf, öğretmenler ve öğrencilerin eğitsel amaçlara ulaşmak için sahip oldukları bilgi ve yaşantıları paylaştıkları, yapılandırılmış ortamlardır. Öğretmenlerin sınıf içinde sergileyecekleri davranışların eğitsel amaçlara ulaşma düzeyi üzerindeki etkileri büyüktür. Bu çalışmada, öğretmenlerin sınıf içindeki davranışları ve bu davranışların eğitim-öğretim sürecine etkileri açıklanmaya çalışılmıştır. Öğretmenler öğrencilerine istenilen davranışları öğretmede ve öğrenilen davranışları pekiştirmede eğitimin ilk sorumlusu olmuşlardır (Başaran, 1994:76). Öğretmen öğrenmeyi kılavuzlayan ve sağlayan kişidir. Öğrenme öğrencinin kendisi tarafından elde edilen bir sonuçtur ve öğrenme yaşantıları sonucunda meydana gelir. Öğretmenin görevi çeşitli öğretim yöntem ve tekniklerinden yararlanarak öğrenme yaşantıları düzenlemek ve istendik davranışların öğrenci tarafından kazanılıp kazanılmadığı değerlendirmektir (Fidan, Erden, 1994:76). Öğretme evrensel bir uğraştır. Yaşadığımız çevrede her an ana-babalar çocuklarına, usta çırağına, öğretmenler öğrencilerine sürekli bir şeyler öğretmektedirler. Yani sürekli bir öğretme ve öğrenme durumu söz konusudur. Ancak öğretme ve öğrenmenin iki değişik işlev olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü öğretme bir kişi tarafından gerçekleştirilirken öğrenme başka bir kişide oluşur. Çok açık ve basit gibi görülse de aslında üzerinde ciddî bir şekilde üzerinde durulması gereken bir durumdur. Öğretme öğrenme sürecinin etkili olabilmesi için o iki kişi arasında çok özel bir ilişkinin kurulması gerekir. Başka bir deyişle öğretmen ve öğrenci arasında özel bir bağ kurulmalıdır (Çetin, 2001). Kuşkusuz her öğrenme süreci ve sonuçlarının eğitsel değeri bir değildir. Kimileri yüzeysel etkiler bırakır. Bunlar kısa süre sonunda ya unutulur ya da kullanılabilir yeterlikte değildir, eksiktir. Kimi öğrenme sonuçları da bunun tersi, uzun süreli ve kalıcıdır. Öğrenmeyle kazanılması istenen değerlerin kolay, unutulmaması, tam ve kullanılabilir nitelik taşıması, öğrenenin kişiliğinin bir parçası, özelliği haline gelmesi ile mümkündür. Böylesi bir öğrenme sonucu da öğrencinin kendi öğrenme yaşantısı içinde kazanılabilir. Öğrencinin öğrenme yaşantısı, gerçek yaşantı koşullarına dönüşmedikçe beklenen nitelikte bir öğrenme gerçekleşemez. Gerçek, bilinçli ve plânlı bir yaşantıda amaç vardır. 0 amaç yönünde uygun araçlarla uygun etkinlikler yer alır. Bu etkinlikler ilgili kişice içten bir yönelişle severek, isteyerek yürütülür. Çalışma sırasında karşılaşılan güçlüklere direnilir. Engelleri yenmek için düşünür, birtakım çözümler üretir ve kararlar verip, uygular. Çalışmalarını eleştirir, durumu yorumlar. Yeni birleşimlere varır. Yeni bilgi ve görüşler, davranışlar kazanır. Böylece kendi yaşantısı içinde kazandığı değerleri çok yönlü etkileşimlerle elde eder. Bu kazanımlar kalıcı olur, kolay kolay unutulmaz. İnsanın kişiliğinden silinmez. Bu bir etkin öğrenme biçimidir. Öğrenmeyi etkinleştirmede öğretmenin yeri büyüktür. Öğrenmeyi etkinleştiren öğretmen davranışlarıysa bir bütündür. Bu bütünün her ögesi önemlidir (Ercan,1999). Öğretmen sahip olduğu bilgi muhtevasını öğrencilere aktarmanın, mesleğini icra etmenin yanısıra öğrencileri kişiliğiyle de etkilemektedir. Öğretmen dersi işlemesindeki etkililiğinin yanında öğrencilerce olumlu veya olumsuz tutum ve davranışlarıyla da değerlendirilmektedir. Öğrenciler kısa bir zaman zarfında öğretmenlerinin neye nasıl tepki vereceğini,nasıl bir kişiliği olduğunu çözümlerler. Öğrenciler, öğretmenlerinin gönderdikleri sözsüz iletilere çok duyarlıdırlar. Adale gerilmelerini, dudak kenarlarındaki gergin çizgileri, tümüyle beden dilini okumasını hemen öğrenirler. Bu sözsüz iletiler sözlü iletilerle çelişiyorsa, öğrencilerin aklı karışır ya da sözsüz iletilere inanır ve bununla ters düşen sözlü iletileri yapmacık kabul ederler (Gordon, 1999). Sınıfta öğretmenle öğrenci arasındaki ilişkiler, öğrenmenin ve eğitimin temelini teşkil eder. Söz ve eyleme dayalı bu ilişkiler iyi ise, sınıfta olumlu bir öğrenme atmosferi oluşur; ilişkiler kötü ise, sınıfın öğrenme atmosferi giderek bozulur ve eğitim amacına ulaşmaz . O halde sınıftaki eğitici ortamın büyük ölçüde öğretmenin davranışlarına bağlı olduğu söylenebilir (Ergün, Duman, 1998). Öğretmen davranışlarının niteliklerini inceleyen birçok çalışma vardır. Öğretmen davranışları özelliklerine göre temel olarak iki yönde ele alınmaktadır. Birinci yöndeki davranışlar öğrencide sevgi, saygı ve yaklaşma yaratırken, ikinci yöndeki davranışlar ise endişe, korku ve uzaklaşma yaratır. Dolayısıyla birinci türdekiler demokratik, ikinci türdekiler otokratik bir öğretmenin davranışları olarak nitelendirilmektedir. Bu sınıflandırmaya göre ideal bir öğretmen demokratik öğretmen tanımı içine girmektedir (Küçükahmet,1993). Smith iyi ve kötü öğretmeni şu şekilde tanımlamaktadır (Moon, Mayes, 1994);



    İyi bir öğretmen;  

• Daima üzüntü ve gerginlikleri hisseder ve bu durumu en asgari düzeye indirger,
• Öğrencilerin ayrı ayrı bireyler olduklarını ve her birinin bireysel ilgiye ihtiyaçları olduğunu bilir ve kendilerini iyi hissetmelerini sağlar,
• Çalışma hayatına ve görev anlayışına kuvvetle inanır fakat bunu olumsuz bir baskı ile yapmaz,
• Öğrenciler ve ailelerini olumlu bir şekilde yönlendirir ve ortak çalışma gereğini kabul eder, • Sert davranmaktan kaçınır,
• Eleştirmekten ziyade ödüllendirmeye önem verir,
• Öğrencilerin, isteklerini, yeteneklerini ve kişiliklerini bilir,
• Sonuçları, değişken ve ilginç olarak görür,
• Geniş kapsamlı programı temel becerileri geliştirmek için en iyi yol olarak görür,
• Öğrenim deneyimleri için merak ve yaratıcılığı anahtar kavram olarak görür,
• İçerik ve öğrencilere uyum sağlamak için öğretim faaliyetlerini çeşitlendirir. Böyle bir öğretmen tarafından yönetilen sınıf canlı, ilginç ve başarılı öğrencilerle dolu olacaktır. Az bir stres ve küçük bir gerginlik olacaktır. Buna karşın birçok grup iş birliği ve hoşgörü olacaktır. Öğrenciler öğrenmek için istekli olacak ve ona göre davranacaklardır. Ayrıca hepsi kendilerine güvenilen, kendi kendilerini disipline etmiş ve kendine güvenli öğrenciler olacaklardır. 

     Kötü bir öğretmen;


• Genellikle öğrencileri korkutur ve sert bir yetişkin gibi davranır,
• Gerçek dışı amaçlar üzerine dayalı baskı ile stres oluşturur,
• Öğrencileri ve ailelerini olumsuz yönden ele alır,
• Ödülden çok cezaya önem verir, sükûnetten ziyade stresi benimser ve çok az gülümser,
• Her zaman cezalandıracak şeyler bulur ve bir olayda bunu yapılandırır,
• İstekleri dondurur, canlı ve meraklı öğrencileri tehdit olarak görür,
 • Geniş kapsamlı müfredatı sevmez eğitimde temel becerileri dar şartlar içinde düşünür,
• Sonuçları standart görür ve kısıtlayıcı bir zaman cetveli geliştirerek her şeyde bunu hâkim kılar,
• Kendi tariflerini geliştirir,
• Değişikliklere şüphe ile yaklaşır,
 • Pasif öğretimi tercih eder,
 • Çoğu kez öğrencileri taciz eder,ancak onlardan iyi bir davranış ve tolerans bekler.




             Literatürde bu ve benzer tanımlara sıkça rastlamak mümkündür. Ancak önemli olan literatürdeki ideal öğretmen tanımlarıyla gerçekte tanımlanan ideal öğretmen tanımlarının tutarlılığıdır. Bu bağlamda anlamlı olması amacıyla öğretmen yetiştiren bir kurumun öğrencileri örneklem olarak alınıp onlardan “ideal öğretmen” konusunda bir kompozisyon yazmaları düşünülmüş ve uygulamada bu düşünceyi gerçekleştirmek amacıyla Gazi Üniversitesi Meslekî Eğitim Fakültesi çocuk gelişimi anabilim dalı ve aile ekonomisi beslenme anabilim dalı ile giyim ve çiçek örgü dokuma anasanat dalı üçüncü sınıf öğrencilerinden “ideal öğretmen” konulu bir kompozisyon yazmaları istenmiştir (Çetin, 2001). 100 kişilik örneklem grubundan toplanan kompozisyon kâğıtları literatürde en çok kullanılan bir kontrol listesi (Self-Evaluation Checklist for teachers) esas alınarak değerlendirilmiştir. Değerlendirme yapılırken, her kompozisyon kağıdında belirtilen özellikler dikkate alınmıştır.

         


      Öğretmenin Model Olma Bakımından Rol ve Görevleri 



Model alma, "birlikte yaşanılan ortamlarda belirli kişilerin çeşitli özelliklerinin, davranışlarının diğerlerince örnek alınması" olarak tanımlanabilir. Öğretmenler "öğrencilere model olma" rolünü üstlenmiş durumdadırlar. Öğrenciler, öğretmenlerinin giyim şekillerini, konuşmalarını, demokratik ya da katı tutumlarını, sorun çözme yöntemlerini, değerlerini kendilerine örnek alma eğilimindedirler. Öğretmenlerin, öğrencilerinin birer modeli olduklarını unutmamalarının eğitim amaçlarının gerçekleşmesi ve demokratik değerlerin kazanılmasında önemli bir yeri vardır. Çünkü öğrencilerdeki değişim sadece onlara söylenenler üzerinden değil, uygulamalar ve somutlaşan davranışlar üzerinden gerçekleşir. O nedenle, öğretmenin söyledikleri ve davranışları arasında uyum olması gerekir. Bu uyum, öğrencide öğretmene karşı belirgin bir güvenin oluşmasında ve başarısının artmasında da etkili olur. Öğrencilerine model olan öğretmenin öğrenciden beklentisi aynen kendisi gibi davranmasını ve taklit etmesini beklemek olmamalıdır. Öğretmen, davranışlarının genel çerçevesinin etkili olacağının bilinciyle kendini işe verme, konuşurken dili iyi kullanma, konuşan öğrenciyi dikkatlice dinleme, kendi hatasını kabul etme, özür dileme gibi konularda örnek olmalıdır. Ancak, öğretmenin model olması öğrencilerle karşılaştığı ortamlarda "istenilir davranışlar gösterme" adına rol oynamaya çalışmasıyla başarılamaz. Aksine model olma, öğretmenin kişilik, yetişmişlik, iletişim becerilerine sahip olma gibi özelliklerle yani nitelikli öğretmen davranışlarıyla gerçekleşir. Bugün öğrenci gözünde öğretmenin model olma rolünü olumsuz olarak etkileyen ve öğrencide şaşkınlık, düş kırıklığı yaratan bir çok olayla karşılaşılmaktadır. Örneğin öğrencilerine savaş ve şiddetin zararlarını anlatırken, kendisi sınıf içinde şiddet uygulayan; sigara zararlıdır deyip, bahçe ve koridorlarda sigara içen; kitap okuyun öğüdü verirken, kendisi kitap okumayan; hataları kabul edip düzeltme gerekliliğine vurgu yapıp, kendi hatalarını hiç kabullenmeyen öğretmenler vardır. Böylesi çelişkili durumlarda öğrencilerin kendilerine en yakın kişi olan öğretmeni olumlu yönde model almasının sağlanamayacağını, güvensizliğe ve yapay davranışlara sürüklenebileceğini unutmamak gerekir. Bu çalışma; “model olan öğretmen, öğretmen algısına göre nedir?”; “öğretmeni model alan öğrenci yine öğretmen algısına göre neye benzemektedir?” sorularına cevap aramayı amaçlamaktadır. Bu çalışmada öğretmenin; “yol göstericilik, şekillendiricilik, üreticilik, yönlendiricilik, tamamlayıcılık, birleştiricilik, eğiticilik, modelcilik, aydınlatıcılık” boyutlarında öğrenci ile olan benzerlikleri üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmayla model alınan öğretmen davranışları ve öğretmeni model alan öğrenci tutumları belirtilerek “Sınıf Yönetimi” alanına katkıda bulunulacağı düşünülmektedir. Çalışma alan araştırması yönteminde yapılmıştır. Öğretmenlere öğretmen öğrenci benzerlikleri açık uçlu bir soruyla sorulmuştur. Öğretmenlerin verdiği cevaplardan benzerlik ilişkisindeki boyutlar ortaya çıkmıştır. Bu boyutlar şunlardır;
• Yol göstericilik,
• Şekillendiricilik,
• Üreticilik,
• Yönlendiricilik,
• Tamamlayıcılık,
• Birleştiricilik,
• Eğiticilik,
• Modelcilik,
• Aydınlatıcılık
Öğretmenlerden 100 kişilik örneklem grubundan toplanan öğretmene göre öğretmen öğrenci benzerlik ilişkisi kontrol listesi (Self-Evaluation Checklist for teachers) esas alınarak değerlendirilmiştir. Değerlendirme yapılırken, her öğretmene, öğretmen öğrenci benzerlik ilişkisi sorulmuş, alınan cevaplardan ortak noktalar dikkate alınarak boyutlandırılmıştır. Bu boyutlarla ilgili öğretmenlerin görüşleri şöyle şekillenmektedir;


      SONUÇ VE ÖNERİLER 

      Öğretmenler kendilerini; yol gösterici, şekillendirici, üretici, yönlendirici, tamamlayıcı, birleştirici, eğitici, model olucu, aydınlatıcı olarak görmekte, bu boyutlarda öğrencilerle benzerlik gösterdiklerini ifade etmektedirler. Öğretmenlerin kendini gördükleri bu her boyut öğretmenlik mesleği açısından incelenebilir. Bu boyutlar arası uyum, öğretmenlik mesleğinin bugünü açısından değerlendirilebilir. Bu boyutlar, diğer ülkelerdeki öğretmenlik mesleği ve görevleri açısından karşılaştırılabilir.


      ÖZET


      Bu çalışmada, eğitim öğretim sürecinin temel ögesi olan eğitimcilerin gözüyle öğretmen ve öğrenci ilişkisinin boyutlarının neler olabileceği araştırılmıştır. 100 öğretmenle görüşme sonrasında, olumlu ve olumsuz öğretmen davranışları ana hatları ile belirlenmiş ve “öğretmen ve öğrenci ilişkisi neye benzer” sorusunun cevabı çeşitli boyutlarla ifade edilmiştir. 


    KAYNAKÇA


  1. Başaran, İ. Ethem. Eğitime Giriş. Kadıoğlu Matbaası, 4. Baskı, Ankara: 1994. 
  2. Çetin Şaban. İdeal Öğretmen Üzerine Bir Araştırma. Milli Eğitim Dergisi. Sayı: 149, Ocak, Şubat, 
  3. Ercan, A.Rahmi. Öğretmen Davranışları, Ankara, 1999, s.31.
  4. Ergün, M.; Duman, T. "Kritik Durumlarda Öğretmen Davranışları", Millî Eğitim Dergisi, Sayı 137, Ankara, 1998, s.45
  5. Fidan, Nurettin; Erden Münire. Eğitime Giriş. Meteksan Matbaacılık, 5. Baskı, Ankara:1984. 
  6. Gordon, Thomas. Etkili Öğretmenlik Eğitimi, Çev:E.Aksay, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1999, s.33.  

SPOR VE ÇOCUK GELİŞİMİ

             

          1. GİRİŞ


          Spor günlük yaşantımızda sıkça duyduğumuz bir kelimedir. Canlılığın temel belirtisi bilindiği gibi hareket olmuştur ve insan vücudunun eğitiminin önemli bir parçası hareketle sağlanmaktadır (Alpman, 1972 s.24). Günümüz anlayışına göre spor, ilk başta çok önemli bir kitle eğitim vasıtasıdır. Spor, insan bedenini fizikî yönüyle geliştirdiği gibi oyunlar, hareketler, yarışmalar vasıtasıyla aynı zamanda insan seciyesini, egosunu, davranış niteliğini, psişik yapısını belirleyen yeni bir bilim dalıdır (Güven, 2006 s.62). Sporun insan gelişiminde en etkili olduğu dönemlerden birisi de çocukluk çağıdır. Çocukluk süreci, özellikle 18. yüzyıldan itibaren yaşamın farklı ve özel bir bölümü olarak algılanmaya başlanmıştır. 19. yüzyılda eğitimciler ve ahlâkçılar, çocuklara kendilerini ifade etme olanağı verilirse sağlıklı büyüme göstereceklerini, davranışlarında sosyal sorumluluk taşıyabileceklerini ileri sürerek, çocuk gelişimi ve davranışlarının yönlendirilmesi gerektiğini savunmuşlardır (Muratlı, 1997 s.101). Çocukluk döneminde spor 20.yy da olgunlaşmaya başlamıştır (Slutzky & Simpkins, 2009 s.387). Eskiden gelişmiş ülkelerde zengin ailelerinin çocuklarının yapmış oldukları spor aktiviteleri, günümüzde toplumların her kesiminden ailenin çocuklarının ilgi gösterdiği, hatta aktif ve pasif olarak katıldıkları bir faaliyet haline gelmiştir (Siesmaa, Blitvich, White & Finch, 2011 s.25). Spor bir çocuğun bedensel, ruhsal ve sosyal gelişimi açısından önemli bir faaliyettir. Psikolojik ve sosyolojik açıdan, çocukluk dönemindeki sporun, çocuğun bedensel özelliklerini ve ruhsal yapısını göz önünde bulundurarak, fiziksel kapasitesinin gelişimine yardımcı olacak, kendine güvenini sağlayacak, kurallara uymayı ve başkalarının haklarına saygı göstermeyi öğretecek oyun formunda çalışmalardan oluşması gerektiği ifade edilmektedir (Çamlıyer, 1997 s.20). Günümüzde teknolojik gelişmelere bağlı olarak giderek daha hareketsiz bir yaşam tarzı benimsenmektedir. Bu yaşam tarzının etkilediği yaş gruplarından birisi de çocuklardır. Hareket bir çocuğun bedensel gelişimi için çok önemlidir. Günümüzde çocukların hareket alanları son derece sınırlıdır (Taşçı, 2010 s.97). Huizinga’ ya göre, (1995) günümüz koşullarında çocukların gerçek oyun oynama sansı gün geçtikçe azalmaktadır. Bu durum, çocukların eve, yuvaya, okula hapsedilmesi ve başarılı olmaya zorlanmasına olarak ifade edilmektedir. Özünde eğlence olan ve böyle yorumlanması gereken oyun, günümüzde ticarileşmiş ve yarışma konusu haline gelmiştir. Çocuğun dış mekândaki oyunlarının büyük bir kısmı “kamusal” mekan yerine “özel” mekanda gerçekleşmektedir. Bu yüzden günümüzde çocukların çoğu ebeveyn kontrolü olmaksızın kamusal çevreyi tanıma ve kullanma olanağına sahip değildir (Valentine & McKendrick, 1997 s.231). Yapılan araştırmalar çocukların özellikle Çocuklar özellikle fiziksel aktivite içeren oyunlar oynayabilmek için rahat mekânlara ihtiyaç duyduklarını ortaya koymuştur (Cunningham & Jones, 2004 s.252; Hamilton, 2002). Apartman dairelerinde yaşayan, okula servisle giden, televizyon ve bilgisayar karşısında vakit geçiren çocuğun, çarpık kentleşme nedeniyle çocuk oyun alanı ve parklara da hasret kaldığı ifade edilmektedir (Ruhi, 1993 s.17). Bu durumda hareket ihtiyacını karşılayacak, enerjisini boşaltacak ders dışı sportif etkinlikler ve oyunlar giderek önem kazanmaktadır. Çocuğun yaşamında bir sportif aktivite olarak oyun çok eski çağlardan günümüze gelen bir öyküye sahiptir. İlk çağ uygarlıklarından Mısır'da bugün eğitsel oyunlar içinde değerlendirilen grup halinde el çekme yarışının çocuklara uyarlandığı görülmektedir (Onur, 2005, s. 35). İran’da çocukların beden eğitimi büyük ilgi görmektedir. Çin'de Kung-Fu (Çin boksu) vücut kültürü faaliyetine damgasını vurduğu görülmektedir. Hint uygarlığında ise dans gibi etkinlikler, formal eğitim içinde küçük yaşlarda başlatılmaktadır (Yavuzer, 1984, s. 209). Batı uygarlığının bugün hayranlıkla bahsettiği ilkçağ Yunan uygarlığında vücut kültürü faaliyetlerinin temelinde, ruhla birlikte vücudun da eğitilmesi fikri yattığı ifade edilmektedir (Çobanoğlu, 1992 s.10). Oldukça eski bir geçmişe sahip olmakla beraber oyun etkinlikleri halen açıklanmaya ve üzerinde bilimsel çalışmalara gereksinim duymaktadır. Oyunun küçük çocukların sağlıklı gelişimi açısından gerekli ve yararlı olduğu; zengin bir zihinsel uyarıcı ortamı yoluyla zihinsel kapasitesi yüksek, sağlıklı bir duygu durum ile sağlıklı ve tutarlı bir kişilik gelişiminin temelinin oyun ortamından geçtiği ifade edilmektedir (Pehlivan, 2005 s.3). Çocuklar olumsuz şartlarda bile kendi aralarında çok çeşitli yas gruplarını içeren birtakım sosyal oyunlar üretebilmektedir. Özgürlüklerinin kısıtlanması, çocuk isçi olarak kullanılma, ya da savaş yasayan ülkelerde yasama gibi durumlarda çocuklar, oyun oynamaktan mahrum kalabilmektedir. Bunların dışında her çocuk bir şekilde oyun eylemi ile tanışmaktadır (Timmons, 2003).




                  2.2. Zihinsel Gelişim ve Oyun


          Oyun çocuğun psiko- motor, sosyal ve duygusal gelişimini etkilediği kadar zihinsel gelişimini de etkilemektedir. Çünkü oyun çocuğun dünyayı keşfetmesine, gerekli bilgileri edinmesine, merak duygusunun tatmin edilmesine olanak sağlamaktadır. Oyun yoluyla çocuk, mantık yürütmeyi, seçim yapmayı, sebep sonuç ilişkisi kurmayı, dikkatini toplamayı, kendini bir amaca yöneltmeyi öğrenmektedir (Pehlivan, 2005 s.21). Çocuk oyun ve sporda sürekli gelişen becerileriyle kendi duygusal, fiziksel ve zihinsel kapasitesini sınama olanağı bulmaktadır. Çocuk eğer bulunduğu ortamda pasifse oyun ve spora katılarak daha aktif ve diğerlerini kontrol edici roller üstlenebilmektedir (Tiryaki, 2000 s.108). Piaget’e göre (1962) çocuk yeni deneyimler sonucunda aldıklarını özümler ve bunları kendi davranış zincirlerine ekleyip kendi davranış şemasını oluşturmaktadır. Taklit uyumun, oyun özümlemenin devamıdır. Oyun insanoğlunun çocuklu dönemindeki gelişiminin en önemli açıklaması olduğu ifade edilmektedir (akt. Akbaba, Sağlam ve Kök, 2003 s.20). Piaget çocuk oyunlarının çocuğun zihinsel gelişim süreci içinde belli seviyelerde oluştuğunu ve bunun da iki prensibe dayandığını açıklamıştır. Bunlar asimilasyon ve akkommodasyondur. Asimilasyon, dış dünyanın içe alımı anlamına gelir. Çocuğun yaşantılarını, deneyimlerini, kendi, davranış ve düşünce yapısını içinde düzenlemesi ve yoğunlaşmasıdır. Akkommodasyon ise çevreye uyum anlamına gelir (Özdoğan, 2004 s.107).





                  2.3.Sosyal Gelişim ve Oyun

          Toplumsallaşma, toplumda geçerli olan kültürel değerleri öğrenerek, yetişkinlerin dünyasına hazırlanma ve yetişkinlerin davranış biçimlerini yaşantısına uygulanabilir duruma gelme anlamına gelmektedir (Üstündağ, 2000 s.54). Birçok araştırmacı, eğitimci ve psikolog oyunun küçük çocuklarda sosyal bir davranış şekli olduğu düşüncesinde birleşmektedirler (Saracho, 1996 akt. Pehlivan, 2005 s.23). Sportif oyunlara bir ekip üyesi olarak katılmak çocukta yardımlaşma, beraber çalışma, diğer ekip elemanlarına ve oyun düzenine saygılı olma gibi duyguları geliştirmektedir (Güven, 2006 s.21). Çocuklar oyun oynarken sosyal ortamlarla karşılaşmakta ve bu ortamlarda iş birliği yapmayı, yardımlaşmayı, paylaşmayı ve sosyal sorunları uygun yollarla çözmeyi öğrenmektedirler. Bu durumun çocukların sosyal gelişimleri açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Sosyalleşme sürecinde gerçekleşen süreçleri incelemek amacıyla bir çok kuram ortaya atılmıştır. Bunlardan en çok bilineni sosyal öğrenme kuramıdır. Sosyal öğrenme kuramı, insan davranışlarında çevrenin ya da durumun göz ardı edildiği düşüncesiyle ortaya atılmış bir kuramdır. Bu kurama göre insan davranışlarında bireyin içinde bulunduğu durum ya da ortam önemlidir (Bandura, 1977 s.54). Bu kurama göre gözleme dayalı ya da model alarak öğrenme ve sosyal pekiştirme iki önemli kavramdır. Bu kurama göre bir davranım kuvvetlendirildiğinde ortaya çıkma olasılığı da artar. Örneğin eğer bir çocuk eve geldiğinde oyun arkadaşının kendini ittiği için ona vurduğunu söyler ve ebeveynleri de aferin derse, çocuğun bu davranışı yineleme olasılığı artacaktır (Bandura, 2002 s.176). Bu noktada çocuklar için sosyal çevreyle olan etkileşimin, oyunların ve ilişkilerin, onların sosyal gelişimi üzerinde etkili olduğu sonucu çıkarılabilir. Çocuk çevreden görerek sosyal dünyasını zenginleştirir. Aile, arkadaş çevresi gibi unsurlar da bu gelişimi dışarıdan etkilemektedir (Yavuzer, 1984 s.11). Çocuklar yaşıtları ile oynama imkanını genellikle sosyal çevrelerinde elde ederler. Burada yaşıtlarıyla oynadıklarında davranışlarını tanıma imkanı bulurlar. Bu konuda yapılan bir araştırmada 2- 5 yaş arasındaki çocukların, genellikle yaşıtlarıyla beraber oynamak, oyuncaklarını değiştirmek gibi etkinliklerde bulunduklarını tespit etmiştir (Campell, 1964). Oyun ortamı çocuk için serbest bir ortamdır. Grup içinde çocuk kendi felsefesini, görüşlerini diğer çocuklarla karşılaştırma olanağı bulur, ayrıntılı olarak tartışır ve düzeltme olanağı bulur (Özdoğan, 2004 s.120). Oyundaki kuralları koymada karşılıklı anlaşma çocukların sosyal gelişimi üzerinde önemli etkiye sahiptir. Bu oyunlar sayesinde çocuk ben merkezcilikten kurtulur. Kohlberg’e göre (1969) bu durumda iç denetim artar ve duruma göre karar verme yeteneği gelişir. Çocuklar sosyal rol oynarken sosyal ve bilişsel yetenekleri de gelişir (akt.Özdoğan, 2004 s.122).







                  2.4.Duygusal Gelişim ve Oyun


          Oyunun çocuğun duygusal yaşantısındaki etkisi üzerine çok az araştırma yapılmıştır. Çocuğun duygularını oyunlarda yaşadığı konusunda ilk defa S.Freud (1920) durmuştur. Fantezi davranışlarla onun arasındaki ilişkiyi görmüş ve çocuk oyunlarında bilinç dışı istek ve zorluklarını yaşar demiştir (akt.Özdoğan, 2004 s.114). Genel olarak çocuk ruh sağlığını sevilmek ve oynamak biçiminde tanımlamak mümkündür (Özgür, 2000 s.3). Oyun çocuk için sadece eğitsel yönden değil, onun ruh sağlığı açısından da büyük önem taşımakta ve duygusal ilişkilerin başlatılması için en uygun ortamları hazırlamaktadır. Mutluluk, sevinç, acı, acıma, korku, kaygı, dostluk, düşmanlık, kin, nefret, sevgi, sevme, sevilme, güven duyma, bağımlılık, bağımsızlık, ölüm gibi pek çok duygusal tepkiyi çocuk oyun ile öğrenmektedir (Başaran, 1992 s.38).





                  2.5. Oyunun Eğitimsel Değeri


          Oyunla öğrenmenin faydalarından biride çocuğun dikkatini yoğunlaştırabilmesi olduğu ifade edilmektedir (Wade, 2002 s.2). Oyunlar, öğrencileri pasif durumdan aktif duruma geçirmeleri nedeniyle dikkat üzerinde, diğer öğrenme tekniklerine göre daha fazla etkiye sahiptir (Wylleman, Harwood, Elbe, Reints & Caluwe´, 2009 s.438). Oyun, bir eğitim aracı olup, temel eğitimin bütün dallarında hem öğretim metodu hem de öğretim aracıdır. Oyunla eğitim sonucunda, öğrenilen daha iyi hafızada kalır, mukayeseli düşünme, karar verme ustalığı gelişir ve davranışları olumlu yönde etkilemektedir (Tkachuk, Leslie-Tosgood, & Martin, 2003 s.109). Bugün sporun bir eğitim aracı olarak çocuğun her yönden gelişmesinde büyük rol oynadığı bilinmektedir. Sportif oyunlara bir ekip üyesi olarak katılma; çocukta yardımlaşma, beraber çalışma, diğer ekip elemanlarına ve oyun düzenine saygılı olma gibi duyguları geliştirdiği ifade edilmektedir (Medwell, Grimshaw, Robertson & Kelso, 2012 s.263). Yapılan araştırmalar sporun çocukların sosyal sorumluluk kavramını daha iyi anlamalarına yardımcı olduğunu ortaya koymuştur (Durualp, 2009 s13; Hazen & Black, 1989 s.869; Raissaki, Apostolaki, & Karantanas, 2007 s.88).


                  3.Konuyla İlgili Yapılan Araştırmalar


         Beden Eğitimi, spor etkinlikleri ve oyunlar yoluyla kazanılan psikolojik ve sosyal alandaki davranış değişiklikleri bireyin genel yaşantısına olan muhtemel etkileri konusunda yapılan araştırmalar, bedensel aktiviteler yoluyla fiziksel ve psiko-sosyal alanlarda kazanılan davranışların günlük yaşamda gerekli ve ilgili benzer durumlara transfer olduğunu göstermiştir (Çamlıyer, 1997 s.18). 6–10 yaşları arasında normal çocuklarda yapılan denemelerle görülmüştür ki, %85 oranında çocuklar serbest oyunları-işleri, heyecansal bir boşalma olarak kullanıyorlar (Ataşen, 1975 s.12). Soğat’a göre (2007 s.78) sportif aktivitelerin 11–12 yas grubu çocukların bedensel gelişimlerinde etkin bir rol oynadığı belirlenmiştir. Buna göre sportif aktivitelerin çocukların boy ve kilo gelişimlerini anlamlı düzeyde etkilediği tespit edilmiştir. Taşçı’ya göre (2010) ise Türkiye’de de sokaklar oyun ve spor açısı ile yeniden ele alınmalıdır. Çocuk gözü ile yeniden değerlendirilmeli ve iyileştirilmelidir. Durualp’ise (2009) oyun gibi fiziksel aktivitelerin çocukların sosyal becerileri üzerindeki etkisini incelemiştir. Buna göre oyun temelli sosyal beceri eğitimine katılan deney grubundaki çocukların sosyal uyum ve beceri düzeyleri eğitime katılmayan kontrol grubundaki çocuklardan daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Bu araştırmaların yanında son yirmi yılda spor ve çocuk üzerine birçok lisansüstü çalışma yapıldığı görülmektedir. Sporun engelli çocukların psikolojik ve fizyolojik sağlığı üzerine etkileri konusunda yapılmış bazı araştırmalar olduğu belirlenmiştir (Biçer, 2000; Şendil, 2002). Bunların yanında çocukların yaptığı bazı spor branşları ile fizyolojik ve gelişimsel özellikleri (Ateş, 2008), halk oyunları (Sargın, 2007), spor-motorik özellikler (Özbarış, 2009), kaygı ve başarı algısı (Karakaya, Çoşkun ve Ağaoğlu, 2006) ve beslenme (Salman, 1986) arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmaların olduğu da görülmektedir.




                 4.Sonuç ve Öneriler



         Bu araştırmada oyun aktiviteleri ve buna bağlı olarak da sporun çocuk gelişimi üzerindeki etkileri literatür çerçevesinde tartışılmıştır. Oyun çok eski dönemlerden beri insan yaşamı üzerinde etkilidir (Çobanoğlu, 1992 s.8). Çocuk için oyun bedensel, zihinsel ve ruhsal açıdan faydalı bir egzersiz anlamına gelmektedir. Oyun sayesinde çocuk, anne karnından itibaren başladığı gelişim serüvenine sosyal çevreyi dahil etmektedir. Oyun sayesinde birey, toplumla ve sosyal dünya ile tanışmaktadır. Bir yandan bedensel anlamda daha kompleks davranışları gerçekleştirebilecek hale gelirken, diğer yandan sosyal bir çevreyle nasıl uyum içinde yaşaması gerektiğini öğrenmektedir (Anderson, Miles, Mahoney, & Robinson, 2002). Çocuk oyun sayesinde sosyalleşmeyi öğrenir. Sosyalleşme birçok karmaşık faktörün etkilediği bir oluşum olarak görülmektedir. Sosyalleşme kişinin, grubun kural ve değerlerine uymayı öğrenmesi, bu değerler düzenini benimsemesidir. Bu öğrenme doğumdan ölüme dek tüm yaşam boyunca devam eder ve bu süre içinde bireyin çevredeki insanlarla ilişkileri ve diğer çevre faktörleri sosyal uyumunda önemli rol oynadığı ifade edilmektedir (Yavuzer, 2000 s.14). Burada oyun ve buna bağlı olarak ortaya çıkan bedensel hareketlerin önemi büyüktür. Oyunlar içinde çocuk kendi bedenini tanımakta, yeteneklerinin farkına varmaktadır. Başarabileceği ve başaramayacağı hareketleri, emniyetli bir ortamda öğrenerek deneyimler edinmektedir. Kendi yaşında çocuklarla bir arada, paylaşma ve yardımlaşmayı öğrenmektedir. Sorumluluk alma ve düzenli çalışma alışkanlığı edinmektedir. Bu araştırmalar ışığında bazı öneriler geliştirilmiştir. Öncelikle çocukların fiziksel aktivite saatleri mümkün olduğu kadar oyun ortamında gerçekleşmelidir. Yalnızca uyun ortamı çocuğun ihtiyaç duyduğu bedensel, zihinsel ve ruhsal gelişime olarak görülmektedir. Genellikle çocuklarının dikkati çabuk dağılabildiğinden oyun içinde yapılan hareketler uzun süreli olmamalı, çeşitlilik içermeli ve çeşitli materyallerle desteklenmelidir. Bu noktada anne babalara da bazı görevler düşmektedir. Bunlar çocuğa yeteneklerini keşfetmesi ve duyularını geliştirmesine yardımcı olacak oyun ortamlarını sağlamak olarak ifade edilebilir. Ayrıca çocukların küçük yaşta tek bir spor branşına yönlendirilmesi yerine daha çok bedensel gelişimi içeren oyunlara ve çeşitli spor aktivitelere katılmaları sağlanması daha değerli görülmektedir. Çocukların oyunla ilişkisinin okul öncesi dönemden başlayarak, öğrenimleri boyunca devamlılığını sağlayabilmek için oyun, drama, serbest zaman, müzik ve sanat etkinlikleri gibi farklı etkinliklerle sürdürülmesi sağlanmalıdır. Toplumdaki oyunun sadece fiziksel faydalarının olduğu bilincinin aksine fiziksel gelişime olumlu etkilerinin yanı sıra, çocuğa eğitimsel, zihinsel pek çok katkısı olduğu konusunda toplumun, özellikle de ailelerin bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Çocuklar için doğal öğrenme ortamı olan oyun, sosyal becerileri geliştirmeye yönelik etkinliklerle bütünleştirerek kullanabilir. Tüm bu bilgilere dayanarak, oyun ve sporun çocuğun yaşamında vazgeçilmez öğeler olduğu ifade edilebilir.





      ÖZET


   Günümüzde teknolojik gelişmelere bağlı olarak giderek daha hareketsiz bir yaşam tarzı benimsenmektedir. Bu yaşam tarzının etkilediği yaş gruplarından birisi de çocuklardır. Hareket bir çocuğun bedensel gelişimi için çok önemlidir. Çocukluk döneminde fiziksel aktivitelere katılımın bazı olumlu etkileri bulunmaktadır. Bunlar arasında, büyüme ve gelişmenin daha iyi olması, aktif yaşam biçimi kazandırılması, ileride oluşabilecek hastalık risklerini azaltma, aşırı kilo alımının önlenmesi gibi olumlu etkiler gösterilebilir. Bu kapsamda düzenli bir spor dalıyla uğraşmak kadar, fiziksel aktivite içeren bazı etkinlikler de çocukların bedensel gelişimleri için önemlidir. Bu etkinliklerden birisi de oyunlardır. Yapılan araştırmalarda oyunun çocuk üzerindeki etkisi gelişim psikolojisi açısından, motivasyonel açıdan, sosyolojik açıdan ele alınmıştır. Bu bağlamda, bu araştırma çocuğun gelişiminde koruyucu bir faktör olarak spor ve fiziksel aktivitenin rolünün, ilgili kuramsal açıklamalar ve araştırma bulgularına dayalı olarak incelendiği bir literatür taraması niteliğindedir. Çalışmada sporun çocuk gelişimne katkısı ile ilgili önceki araştırmalar incelenerek irdelenmiş ve yorumlanmıştır. Yapılan araştırmalar oyun gibi fiziksel aktivitelerin çocuğun korkularını yenmesi, öz-benliğini bulması gibi bilişsel açıdan, sosyal çatışmaların üstesinden gelmesi, kendisi ve çevresini tanıması gibi duygusal açıdan ve uygun bedensel gelişimin sağlanması gibi fiziksel açıdan önemini ortaya koymuştur. Sonuç olarak bu araştırma ile sporun, fiziksel aktivitenin ve oyunun çocuk gelişimindeki önemi bilişsel, duyuşsal ve fiziksel açılardan bir kez daha ortaya konmuştur.

     KAYNAKÇA


  1. CUNNİNGHAM, C, & JONES, M.A. (2004). Middle childhood and the built environment. NSW Parliamentary Committee, 1-37, 234- 278
  2. ÇAMLIYER, H. (1997). Çocuk Hareket Eğitimi ve Oyun. Can Ofset Yayıncılık: İzmir.
  3. ÇOBANOĞLU Y. (1992). Çocuk Eğitiminde Spor Olgusunun Tarihsel Gelişimi. Eğitim Bilimleri Dergisi, 1, 43- 48
  4. DURUALP, E. (2009). Anasınıfına Devam Eden Altı Yaş Çocuklarının Sosyal Uyum ve Becerilerine Oyun Temelli Sosyal Beceri Eğitiminin Etkisinin İncelenmesi: Çankırı Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
  5. GALLAHUE L.D. (1982).Understanding Motor Development in Children. John Willey and Sons Publishing New York/ USA.
  6. GÜVEN, G. (2006). Kütahya’daki Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Uygulanan Oyun ve Spor Programlarının İncelenip Değerlendirilmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya.
  7. HAMİLTON, I. (2002). Where do children play? CPIS factsheet. http://www.ncb.org.uk/ cpis / c p i s _factsheet4_whereplay_20090824.pdf (Erişim Tarihi: 2809.2012).
  8. HAZEN, N. L. AND BLACK, B. 1989. Preschool peer communication skills: The role of social status and interaction context. Child Development, 60; 867-876.
  9. HUİZİNGA, J. (1995). Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme. (M.A. Kılıçbay, Çev.). Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
  10. KARAKAYA, I., ÇOŞKUN, A. VE AĞAOĞLU, B. (2006). Yüzücülerin depresyon, benlik saygısı ve kaygı düzeylerinin değerlendirilmesi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 7:162-166  







KÜRESELLEŞME VE SPOR

            Giriş 

                         Küreselleşme ve Sporu birlikte değerlendirebilmemiz için, önce bu iki kelimenin, ayrı ayrı kavram olarak içeriğine bakmalıyız.



            Küreselleşmenin Tanımı

        
                         Kavram olarak “küresel” (global) sözcüğünün kökeni, 400 yıl öncesine gitse bile, “küreselleşme” (globalization), oldukça yenidir. İlk olarak 1960’larda ortaya çıkan küreselleşme kavramı, 1980’lerde sıkça kullanılmaya başlanmıştır. 1990’lara gelindiğinde de, bilim adamlarının önemini kabul ettiği anahtar bir sözcük haline gelmiştir. Günümüzde küreselleşme konusunda çok geniş bir literatür oluşmuştur; ancak sosyal bilimlerin bir çok alanında görüldüğü şekilde, küreselleşmeye ilişkin birbirinden tümüyle farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Küreselleşmenin ortak bir tanımının yapılması güç görünmektedir. Ancak küreselleşme konusundaki, birbirine alternatif olabilecek çeşitli tanımlardan bazıları şöyledir; Küreselleşme, dünyada birçok ekonomik, finansal, politik, ulusal güvenlik, çevresel, sosyal, kültürel ve ulusal eyaletler arası teknolojik bağlantılar, piyasalar ve bireyler yoluyla kıtalararası mesafeleri birbirine bağlayan bir ağ olarak tanımlanmaktadır (13). Veya William GREIDER tarafından yapılan daha içsel ve tasviri bir şekilde: “Küreselleşme, harikulade bir makineye benzer. İmha ettiklerinin karşılığını alır. Modern ziraatin makineleri gibi büyük ve hareketlidir. Fakat çok karmaşık ve güçlüdür. Koşarcasına sahalar açar ve sınırları önemsemez. Hareketlilik devam ettiğinden, makine, arkasında büyük tahribat izleri bırakırken, aynı zamanda büyük miktardaki refah ve zenginliği beraberinde getirmektedir. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmaktadır. Fakat direksiyonda kimse yoktur. Hızını ve yönünü  kontrol eden bir iç dinamiği veya direksiyonu olmayan bir makine.. Olabildiğince özgür ve de sınırsız (Bu durum temelde onun kendi içsel istekleriyle yönlendirilmiş gelişme hareketi tarafından sürdürülmektedir). Makine, dünyayı yeniden yapılandıran, kendi kendine işleyen, bir ekonomik sistem daralması oluşturan, zorunlu global endüstriyel devrimin zorunlulukları tarafından yönetilen modern kapitalizmdir. Bir başka yazara göre küreselleşme; “Kumanda ekonomisinin küçülmesi, devletin bütün sosyal ve ekonomik işlevlerinden vazgeçmesidir. Bunun yanında bir de pazarın dünya ölçeğinde büyümesi, ulusal sınırların dışına çıkması, dünyanın tek pazar haline gelmesidir ” (13). Açıkça, Küreselleşme; ulusal devlet politikalarıyla ilişkili, dünya insanlarının günlük yaşamlarında daha fazla önemli olan, insanların, sermayenin ve uluslararası serbest mal hareketliliğinin oluşturduğu global piyasa güçlerinin yer aldığı bir dünya tasviridir. Bu anlamda, sporu da küresel açıdan ele almadan önce kelime olarak ne anlama geldiğini açıklamak ve tanımlamak yararlı olacaktır.



           Sporun Tanımı 
                         

                         Spor kelimesi İngilizce'nin yardımıyla dünyaya yayılmış olsa da, ingilizce bir kelime değildir. Latince dağıtmak, birbirinden ayırmak anlamına gelen “Disportere” veya “Deportere” kelimesinden doğmuştur. Bu şekilde kullanılan sözcük zamanla aşınmaya uğrayıp “Disport” şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. 17 y. y.’dan itibaren de “Sport” şeklini almıştır. Türkçe'mizde uluslararası dil etkileşiminden etkilenerek “Sport” kelimesini de zenginliğine katmış, okunuşu gibi “spor “olarak kullanılmaya başlamıştır (2). Spor, sporla uzaktan veya yakından ilgilenen bir çok insan tarafından çeşitli anlamlarda kullanılmış ve sporun değişik tarifleri yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır; Spor tek başına veya toplu olarak yapılan, kendine özgü kuralları olan genelinde bir yarışmaya dayanan bedensel ve zihinsel yetilerin gelişimini sağlayan eğitici ve eğlendirici uğraştır. Spor, ferdin doğal çevresini beşeri çevre haline çevirirken elde ettiği kabiliyetleri geliştiren, belirli kurallar altında araçlı veya araçsız, ferdi veya toplu olarak boş zaman faaliyeti kapsamı içinde veya tam zaman olacak şekilde meslekleştirerek yaptığı sosyalleştirici, topluluğu bütünleştirici ruh ve fiziği geliştiren rekabetçi, dayanışmacı ve kültürel bir olgudur (6).  Spor, insanların yaradılışında bulunan saldırganlığa karşı barışçı rahatlama imkanları veren, saldırganlık duygusunun denetim altına alınması için uygun bir yarışma ortamı hazırlamaktır. Benzer şekilde; spor, egzersiz ve oyunun becerikli bir surette düzenlenmesinden doğar, bize en temiz duyguları verir. Hakiki spor insanı geliştirecek onun bedeni ve ruhi bütün kabiliyetlerini meydana çıkarabilecek en birinci vasıftır. Spor, ulusal birliği örgütleyen bir eğitim aracıdır. Spor, kitlenin afyonudur, çeşitli siyasi görüş ve düşüncelerdeki insanları, devletleri bir araya getiren onları bir amaç tarafından birleştirebilen bir olgudur, diyenler olduğu gibi onu toplumsal bir ihtiyaç olarak tanımlayanlar da vardır. Bazı insanlar sporu sağlıklı yaşamanın sırrı, bazıları motivasyonları yönünde bir hareketler topluluğu, bazıları da zaman zaman savaş veya reklam aracı anlayışına sahip olmuşlardır. Bu anlayış doğrultusunda sporu tarif etmişlerdir (2). Spor sosyolojisinde hareket noktası sporun bir başka ifade ile sportif faaliyetlerin spor olayının bizzat kendisidir. Toplum içinde ortaya çıkış ve özellikleri ile yerine göre bir olay, yerine göre de bir olgu niteliği taşıyan spora toplumun bütünü içinde yaklaşmak; daha uygun olabilir. Spor çağımız insanının toplumsal yaşamına derinlemesine girmiş ve toplumsal yapıya göre biçimlenen bir olgudur. Bu bağlamda spor sosyolojisi; spora önemli ve sürekli bir olgu olarak yaklaşan ve sporu sosyal karakteristikleriyle açıklayan, sporu toplumsal bir kurum ve toplumsal bir sistem boyutuyla inceleyen bilim dalıdır (3). Spor toplumdaki en yaygın kuruluşlardan biridir. Şüphesiz ki spor en dar ve geniş anlamıyla insan yaşamında ve toplum sağlığında önemli yer tutan olaylar kümesidir (10). Küreselleşme sürecinin ortaya çıkmasında çok sayıda faktörün etkisi olmuştur. Bu faktörleri ana başlıklarıyla üç grupta toplamak ve sporun bu faktörler içerisindeki etkisini değerlendirmek mümkündür. Bunlardan birincisini teknolojinin etkisi, ikincisini ideolojik faktörler, üçüncüsünü ise ekonomik faktörler oluşturmaktadır.
                


           Teknolojik Gelişmeler 


                         Aslında toplumsal süreçleri sadece teknolojiye indirmek aşırı basitleştirme olur. Ancak teknolojik determinizme yönelik eleştirileri saklı tutarak, küreselleşme üzerinde teknolojinin etkisini inkar etmek de mümkün değildir. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren enformasyon teknolojilerinin yaygınlık kazanması, dünyada mesafe kavramının eski anlamını ortadan kaldırmıştır. Bu durum küreselleşme bağlamında belki de ilk etkisini finans piyasalarında hissettirmekle birlikte, bu etki günümüzde spor dahil çok daha geniş bir alana yayılmıştır. Teknoloji, küreselleşme sürecinde yeterli koşul değildir; ancak olmazsa olmaz koşuldur. Günümüzde olağanüstü bir hızla ucuzlayarak yaygınlık kazanan enformasyon teknolojileri, uluslararasındaki değişim/etkileşim sürecinde, küresel dönüşümü hızlandırmaktadır. İletişim ve bilgisayar gücündeki patlama, küresel mali piyasaların gelişimine ivme kazandırdığı gibi, sanal müsabakaların da yapılmasında önemli yer edinmiştir. Nitekim uluslararası sportif TV -radyo kanalları spor kitleleri yaratmakta ve kitleleri bilgilendirme konusunda önemli görevler üstlenmektedir. Asya’da yayın yapan Star TV, İngiltere’deki BSkyB ve Eurosport gibi kanallar, sportif yayınlar yapmaktadırlar (12). Kitle iletişim araçları içerisinde, sporun güncel olarak takip edilmesinde, etkin bir yere sahip olan televizyon yayınları çeşitli spor organizasyonları sırasında milyarlarca insan tarafından takip edilmektedir. Günün her saatinde izleyicilerine spor programları, yayınları vererek izleyicilerin dikkatini sürekli canlı tutmaktadır. Televizyonlar haber, görüntü organı olmaktan öte spor kulüplerinin kazançlarına önemli oranda katkı sağlayan benzetmek gerekirse altın yumurtlayan tavuk gibidir. Televizyonların dünyanın her yerindeki spor karşılaşmalarından haber vermesi de sporu bölgesel nitelikten çıkarıp evrensel özellik kazanmasını sağlamaktadır. Çeşitli sporcuların şöhret ve popüler olmasını sağlamaktadır. Televizyonların bir çok fonksiyonu yanında sporcuların ve kulüplerin reklamını yapması taraftarların maddi ve manevi desteğini arttırarak devam ettirmektedir ve yeni taraftar kazandırması kulüplerin gelirlerini olumlu yönde etkilemektedir (4). Teknolojik gelişmeler aynı zamanda sosyo-kültürel alana da etki etmektedir. Teknolojik küreselleşmenin sosyo-kültürel boyutu, zevkler, renkler, giyimler, gelenek ve inançların belki de isimlendirilmeyen bir tarzda kimliklerle iç içe girmesidir, denebilir. Bu anlamıyla buluşturulabilen bir kimlikler manzumesi, küreselleşmiş bir dünya ile Fukuuama’nın arzulayıp öngördüğü tarihin sonunu yazacak, ya da aksi halde uyarlanmış alternatif teori Samul Hungington’un uygarlıklar çatışması olacaktır. Belki de bu yüzden Amın Malouf ölümcül kimlikler derken, saklanılması gereken, ancak uğuruna ölmeyi gerektirecek kadar mücadele edilmemesi gereken kimlikler olarak sunacaktır kimlik tanımlarını (8). Teknolojik gelişmeler aynı zamanda kullanılan sportif saha ve malzemelerin içine de girerek, daha ergonomik olmalarında önemli rol oynamaktadır. Teknolojiden nasibini almış yeni sportif malzemeler, yeni rekorlar kırılmasına izin vermiştir. Bu süreç, günümüzde de hızlanarak devam etmektedir.




           İdeoloji Faktörü 


                         Öncelikle siyasal alanda küreselleşmeyi inceleyecek olursak; Siyasal sınırların bir ülke üzerinde mutlak otorite gücünü yitirmesi, en azından bu gücünü paylaşıma açması, yönetim sistemlerinin karşılıklı etkileşim içerisine girmesi, bu süreç sonunda da demokrasi, insan hakları ve özgürlükler temelinde dış müdahalelerin yoğunluk kazanması ya da en azından bu müdahalelerin ön kabulü ve uluslararası hukukta meşru- kabul görebilir- bir sav olarak kabullenilmesi, ulus devlet ve bu kuruma ait sembol ve kutsalların silinip ya da tartışılarak, çok uluslu – çok etnisiteli - çoğulcu bir sosyal motif haline girmesidir. Böylelikle çoğulcu ve sivil toplumcu bir yapı öngörülmektedir (8). Birleşik Amerika Devletleri’nin liderliğinde bir batı dünyası ve Sovyetler Birliği'nin liderliğinde bir doğu dünyası arasındaki rekabet 1945 yılından 1989-1991 yılları arasındaki yıkılma sürecine kadar dünyadaki her şeyi belirledi. Çift kutuplu dünya, iki kamp arasındaki rekabete dayalı, kültürü, sanatı, sporu, edebiyatı, ve tabii ki teknolojisini, askeriyesini, siyasetini rekabet üzerinde kurmuş olan dünya idi. Spor aslında bu devirlerde, iki kutup arasındaki gücün ve rekabetin savaşsız ortamda sınanmasında önemli rol oynamıştır, çünkü sportif yarışmalar, sonucu ölüm olmayan savaş demekti. İki kutubun Uluslararası Olimpiyat ve arenalardaki başarıları, aslında kendi sistem, teknoloji ve taraftarlarının başarısı olarak algılanmakta ve bu dönemlerdeki sportif etkinlikler devletlerin özel teşvikleri altında idi. Sportif başarılar, sistemlerin başarısına mal edilmekte, spor ise rejim ve ülkeler tanıtımı için etkili bir araç olarak görülmekte idi. Sporun siyasileşmesi terimi ile, milli devletlerin uluslararası rekabetin, güç gösterisinin ve toplumsal birlik ve dayanışmayı sağlamanın bir aracı olarak spordan yararlanmaları durumunu kastediyoruz. Sporun siyasal bir araç haline gelmesi XX. yüzyılda nasyonal sosyalizm ile başlamış; daha sonra benzeri politikalar komünist ülkeler tarafından da uygulanmıştır. Ama bu olgunun kökleri XIX. yüzyıl başlarına uzanmaktadır. O dönemde Alman cimnastiğinin, disiplin ve kahramanlık duygusunu geliştirmek üzere halk eğitiminin bir parçası olarak görüldüğü; asıl amacının Napolion’un Avrupa'ya yayılmasını önlemek olduğu bilinmektedir (5). Doğu Almanya’da Spor Sosyolojisi hedefi şu olan parti yönetiminin bir aracıydı: Sporun yardımıyla sosyalist kişiliğin oluşturulması, komünist ideolojinin desteklenmesi ve yayılması; özellikle elit sporu kapsayan ve planlamasıyla yürütülmesini iyileştiren bilgilerin elde hazır olması. Örneklemek gerekirse Spartakiade yeminine bakmakta fayda var; Doğu Alman Cumhuriyeti’nin 11. Çocuk ve Gençlik Kış Sporları Spartakiadesine katılan yarış- B. Atasoy & F. Ö. Kuter / Eğitim Fakültesi Dergisi XVIII (1), 2005, 11-22 17 macılar olarak: “Genç yurttaşlar olarak tüm gücümüzü Alman Demokratik Cumhuriyetinin, sosyalizmin ve barışın devamı için harcayacağımıza; okulda, işte, yurt savunmasında ve sporda olanca gücümüzle çalışacağımıza ve Alman Sosyalist Birlik Partisinin 11. Parti Kongresinde alınan kararların gerçekleştirilmesine yardımcı olacağımıza yemin ederiz. Dürüst sportif yarışmayla gücümüzü ölçeceğiz ve sporun ve sosyalist yurdumuzun şerefini korumak amacıyla zafer için savaşacağız” (11). Nitekim 1936 Berlin Olimpiyatları tüm oyunların en görkemli organizasyonu olarak kabul edilir. Çünkü Nazi felsefesini dünyaya anlatmada faydalı olacağı düşünülmüştür. Naziler Nordic Superiti Oriti diye adlandırdıkları, Alman ırkının üstün olduğunu savunuyorlardı. Bu olimpiyatlarda 100 m finalinde zenci Jesse Owens birinci gelerek tribünleri ayağa kaldırdı. Hitler’in ilk günün şampiyonlarını kabul ettikten sonra Owens’ı kabul etmemesi ırkçılığın gerçek yüzünü ortaya koydu ve büyük yankı yarattı (7). 1940’lara doğru Avrupa’da esen nazizim rüzgarı ülkemizi de etkilemiştir. Halkevlerinin yayın organı olan “Ülkü” dergisinde "sporda devletçilik'' fikri ortaya atılmış; 1938'de çıkarılan Beden Terbiyesi Kanunu'nun 4. maddesi ile gençlerin kulüplere girmeleri ve boş zamanlarında beden terbiyesine devam etmeleri "mecburi" kılınmıştır; bu kanun maddesi ancak 1961 Anayasası'nın getirmiş olduğu özgürlüklerine aykırı bulunarak 1964 yılında iptal edilebilmiştir (5). 1976 Montreal Olimpiyatları’nda-22 Afrika ülkesi Guyana oyunları boykot etmiştir. Tayvan (Milliyetçi Çin) organizasyon komitesini Çin Cumhuriyeti olarak tanınmadıkları için boykot ettiler. 1980 Moskova Olimpiyatları’nda65 Ülke SSCB’nin Afganistan işgalini bahane ederek bu ülkeyi boykot etti. 1984 Los Angeles Olimpiyatları’nda- Doğu Bloku Ülkeleri güvenlik gerekçeleri ve Anti-Sovyet etkinliklerini ileri sürerek boykot kararı aldılar. Bu olimpiyatlara yalnız Romanya katıldı. 1988 Seul Olimpiyatları’nda Naim Süleymanoğlu başarılı olup “Time” dergisine kapak oldu. Aynı yıl Avustralya dünya şampiyonasına katılan ünlü sporcu Türkiye’ye Bulgaristan makamlarından gizlice sıyrılarak iltica etti (7). Soğuk savaşın bitmesi Sovyetler Birliği'nin çökmesidir. Özellikle Doğu blokunun yıkılması sonrasında liberal piyasa ekonomisine, dolayısıyla ABD ve kapitalist düzene yönelik güven duygusunu artırmıştır. Doğu Blok ülkelerinin, ekonomik ve iktisadi alanlarda başarısızlıklarını örtmek, hala var olduklarını, güçlü olduklarını ispatlamak için, sporu bir zemin olarak kullanılmışlardır. Nitekim spor kitleleri harekete geçirmekte, ülkelerdeki çeşitli siyasi görüş ve düşüncelerdeki insanları, bir araya getirmekte, onları bir amaç etrafında birleştirmektedir.  Bununla birlikte günümüzde kapitalist sistemlerin özellikle “Amerikan” sermayesinin yaratmış olduğu marka ve semboller tüm dünyayı sardı. Tüm bunlar sporun evrensel kimliği ile diğer kültürlerin içerisine nasıl girdiklerine dair birer örnektir. Spor malzemelerindeki markalar, ekonomik koşullara bağlı olarak ilk önce küreselleşenlerdendir. Nike, Adidas, Le Coq Sportif, Willson, Slazenger ve b.g... markalar artık dünyayı sarmış vaziyettedir. Uluslar artık farklı toplum ve kültürlerin oluşturduğu moda ve marka tüketmektedirler. Tüm reklamcılar ve tüccarlar bunun bilincindedir. Zidan ve Ronaldo birer dünya idolüdür. Erkek tenisçiler ve onların bayan meslektaşları sportif magazinin ve skandal basının zevkini ve dedikodusunu oluşturmaktadır. Formula 1 pilotları gözü pek, yiğit şövalyeleri, golfçüler ise centilmenliği simgeliyor. Sponsorlar ve pazar ihtiyaçları için medyalaştırılmış sporlar, sosyal değerlerden daha fazla para topluyorlar (1). Spor toplum yaşamına çok değişik yollardan girerek bireyleri doğrudan ya da dolaylı olarak kendisine bağımlı kılmış ve her zaman toplumun ilgisini canlı tutmayı başarmış sosyal bir olgudur. Bu olgu toplum yaşamında belirli görevler üstlenmektedir. Toplumun vazgeçilmez zevklerini, ihtiyaçlarını karşılayarak kendisine bağlayan bu olgu günümüz dünyasında büyük bir toplumlar arası bağ olduğunu kabul ettirerek toplumları çok yakından ilgilendiren, topluma ait belli davranışlar düşünceler, inançlar ve simgeler geliştirmiştir.



           Ekonomik Faktörler


                         Ekonomik açıdan küreselleşme ticaret, finansal akımların hızlanması, teknoloji, bilgi ve hizmet üretiminin sınır tanımaksızın ve hiçbir engele takılmaksızın uluslar arası hukuku aşıp uluslar üstü normlar çerçevesinde gerçekleşmesidir (8). Gelişmiş ülkelerde iç piyasaların doyması, özellikle 1970’lerdeki petrol krizi sonrasında dış piyasalara açılma arayışı ile iktisadi faaliyetlerin hacimlerinin artmış olması küreselleşme sürecini ortaya çıkartan ekonomik faktörlerden bazılarını oluşturmaktadır. Çok uluslu firmalar “yeni uluslararası iş bölümü” çerçevesinde, üretimi bütün yerküreye yaymışlardır. Her gün finans piyasalarında büyük miktarlarda para, bir ülkeden başka ülkeye akmaktadır. Ekonomik yönden bugün yeryüzündeki ülkelerin önemli bir kısmı birbiriyle bütünleşmeye başlamıştır. Örneğin Tayland’da başlayan bir kriz, bütün Asya’yı etkilediği gibi, bizi de etkileyebilmektedir. Ya da Rusya’da yaşanan B. Atasoy & F. Ö. Kuter / Eğitim Fakültesi Dergisi XVIII (1), 2005, 11-22 19 bir krizin arkasından Türkiye’den bu ülkeye ihracat yapan bir çok firma kapısına kilit vurmak zorunda kalabilmektedir. Bu da doğal olarak ülkeleri kendi politikaları kadar, başka ülkelerin izlediği ekonomik ve siyasal politikalar konusunda da duyarlı olmaya zorlamaktadır. Yani artık ülkelerin iç işlerinde yaşadığı sorunlar ile dış ilişkilerindeki sorunlar arasındaki sınır giderek silikleşmeye başlamıştır Küreselleşme kelimesi; genişleyen uluslararası ticaret, sınırları aşan finansal kaynak aktarımı, artan dış yatırımlar, büyüyen çok uluslu işletmeler ve ortak girişimler anlamına gelmektedir. İktisatçı Richard Lipsey'e göre bir ekonominin küreselleşmesi "birçok bireysel ülke ekonomisindeki finansman ve üretim sektörlerinin artan ölçülerde bütünleşmesi" olarak tanımlanmaktadır. Dünyanın değişik ülkelerindeki fabrikalarından temin edilen parçaların nihai montaj için bir başka ülkede toplanması ve üretim sürecinin değişik aşamalarında finansmanın çeşitli ülkelerin sermaye piyasalarından sağlanması bu tanıma uygun bir örnek teşkil etmektedir. Bir Amerikalı General Motors'dan Pontiac Le Mans satın aldığı zaman, farkında olmaksızın uluslar arası bir işlemler bütününe girmiş olur. Araba için GM'ye ödenen 20.000 doların 6000 doları rutin işçilik ve montaj giderleri karşılığı olarak Güney Kore'ye 3500 doları gelişmiş parçaların temin edildiği Japonya'ya, 1500 doları tasarım mühendisliği için Almanya'ya, 800 doları küçük parçalar için Tayvan, Singapur ve Japonya'ya 500 doları reklam için İngiltere'ye, 100 doları bilgi işlem için İrlanda ve Barbados'a giderken kalan 8000 dolar da Detroit'teki stratejistler, New York’taki banker ve avukatlar, Washington'daki lobi faaliyeti yürütenler, ülke genelindeki sigortacı ve bakımcılar ve çoğu ülke içinde yaşayan ancak artan sayılarda dış ülkelere mensup hisse senedi sahipleri tarafından paylaşılır (13). Sporda da buna benzer özellikle futboldan örnekler bulmak kolaydır. Günümüz futbol adamları ve futbolcularına baktığımız zaman aynı zincirin spor alanında da uygulandığı görülür. Ülkemizin yakından tanıdığı futbolcu Elvir Baliç: Spor hayatına ülkesi Saray Bosna’da başladı. 1992 yılında Baliç Türkiye’yi ve Türk insanını ilk olarak Bursaspor’da tanıdı. Bosna savaşı zamanında Bursa’ya yerleşti. Uzun yıllar Bursaspor formasını giydi. Daha sonra 14.05.1998 yılında İstanbul Fenerbahçe takımına transfer oldu. 1999 yılında İspanya’nın ünlü kulüplerinden Real Madrid’e transfer olup, 2001 yılı itibariyle İspanya’nın Rayo Vallecano da futbol hayatını devam ettirdi. Günümüzde 2002-2003 sezonu itibariyle Galatasaray’a transfer olup, bu kulüpte futbol yaşantısını sürdürdü. Tabii tüm bu transferler esnasında yüklü miktarda transfer ve bonservis ücretleri söz konusudur. Örneğin Fenerbahçe’nin Baliç’i Bursaspor’dan B. Atasoy & F. Ö. Kuter / Eğitim Fakültesi Dergisi XVIII (1), 2005, 11-22 20 transferi için 9.000.000 $ Bursaspor Kulübü’ne bonservis ücreti ödenmiş, Baliç’e ise 3.000.000 $ ödenmiştir. Alınan bu bonservis bedelleri, yine kulüplerin altyapıları için; geriden gelen genç yetenekler, personel ve tesisler için harcanmaktadır. Oluşan bu döngü ile dünya çapında trilyon dolarlara varan inanılmaz bir pazar türemektedir. Yine 2000-2001 yılları arasında ülkemizden yurt dışına transfer olan futbolcularımızdan birkaç örnek vermek gerekirse: İtalya Ligi takımlarından FC Inter’de forma giyen Hakan Şükür, İngiltere’nin Aston Villa takımında oynayan Alpay Özalan, İspanya’nın Real Sociedad takımında ter döken Tayfun Korkut ve Arif Erdem, İskoçya’nın Glasgow Rangers takımında futbol yaşamını sürdüren Tugay Kerimoğlu, İspanya’nın Las Palmas takımına transfer olan Oktay Derelioğlu ile İtalya Ligi takımlarından AC Fiorentina ve Milanda teknik direktörlük yapmış olan Fatih Terim. Basketbolcularımız Hidayet Türkoğlu- ABD’ye, İbrahim Kutluay – Yunanistan’a ve bu gibi birçok ünlü spor adamı yüklü miktarlar karşılığında uluslar arası alanda transfer olmakta ya da sezonluk kiralanmaktadır. Profesyonel spor onu pratik edenler için bir oyun değildir. Onlar için ağır ekonomik zorunlulukları olan bir işdir. Yaşam vergileri için bir kaynaktır. Bu yüzden o kesintisiz ve zorunludur. Profesyonel sporun meydana gelişi ve gelişimi tarihsel ve kaçınılmaz bir süreçtir, bu sadece piyasanın hükümdarlığına bağlı değil- aksine küresel ekonominin temel ayırt edilir noktası olan, insanın en önemli doğal güdüsü, mükemmele özenişini içeriyor. İşte bu yüzden müzik, tiyatro ve literatür varlıkları kendi yaratıcılıklarının gelişimi sayesinde profesyonellerin elinde bir sanat halini aldılar. Spor da, kaçınılmaz olarak onların yolundadır. Profesyonel spor pazar kurallarının güdümü altındadır, burada para kazanma prensipleri hakimdir, rekorları kazanmak ise ilk hedefi elde etmek için yalnızca bir araçtır. Bu yüzden spor, reklam, şov, her zaman estetik olmayan bir gösteriye dönüştürülerek, tamamıyla pazarlanıyor. Profesyonel spor, spor mesleklerindeki tanımları bile değiştirdi. Riskli ama yüksek getirisi olan bu alanlara parasal yatırım yapanlar ön plana çıktı. Bunun içinde menajerler, borsa aracıları, spekülatörler, tamamıyla her iş alanını temsil eden kişiler mevcuttur. Spor gönüllüsü yok oldu. Onun yerine, fazla pozitif tanımlamalara sahip olmayan bir sosyal grup meydana geldi (9). Spor kulüplerinin karşılaşmalarını her zaman destekleyen taraftar ve izleyiciler ve medya organları özel olarak televizyon kanalları da sporcuların ve kulüplerin kamuoyunda tanınmasına çalışan ve onların maddi gelirlerini arttıran organlardır. Özel televizyon kanallarının ülkemizde de yaygınlaşması onları büyük bir müşteri niteliğine büründürmüştür. Sporun büyük bir maddi sektör ve endüstri olmasını sağlamıştır. Futbol sektörü bütün B. Atasoy & F. Ö. Kuter / Eğitim Fakültesi Dergisi XVIII (1), 2005, 11-22 21 dünyada 200 milyar dolarlık bir işlem hacmine ulaşmıştır. Sporun endüstri ve gösteri yanını dikkate alan kulüpler kadrolarına estetik ve gösteri yönleriyle takıma olumlu katkısı olan oyuncular için çok büyük transfer ücretleri ödemektedirler. Günümüzde gazetelerde en çok okunan sayfaların başında spor sayfaları gelir. Gazeteler sporun yazılı olarak reklam ve tanıtımının yapıldığı, kulüplerin ve oyuncuların kamuoyu tarafından yakından tanınması ve sahiplenilmesini sağladığı organlardır (4). Sporun ekonomik süjelerinden bir tanesi de sponsor kuruluşlardır. Sponsor kuruluşlar kendi işletmelerinin reklamını yapmak amacıyla spor organizasyonlarının ya da belli spor kulübünün faaliyetini destekleyen veya bireysel sporcunun maliyetini üzerine alan kişi ya da kuruluşları anlatan bir tanımdır. Sponsorluk, kurumsal ya da pazarlama amaçlarına yönelik, doğrudan medya kanallarını satın almadan gerçekleştirilen olay yada nedenler için yapılan ticari bir yatırımdır. Sponsorluğun bir hayır işi olmadığını belirtmek gerekir. Sponsorluk ticari bir yatırımdır. Sponsorluk ile kuruluşlar; kurum imajını arttırma, marka farklılığı oluşturma, kurum hedeflerini desteklemeyi amaçlarlar. Ayrıca spor, sponsor kuruluşlara kendilerinin ne olduklarını ve ne yaptıklarını daha geniş kitlelere duyurma fırsatı yakalatır (4). Bunların yanı sıra spor; seyircisi, basını, radyo-televizyonu, ürünleri ve markalarıyla dünya sermayesinin önemli bir payını oluşturmaktadır. Spor finansal harcamaları, katılımcıları ve seyircilerin sayısı, filmler, kitaplar, spor ile ilgili karikatürler, harcanan süre, spor malzemeleri, spor dokümanları olarak belgelenebilir.





           Sonuç 

                        İnsanların yaradılış itibariyle sosyal bir varlık olmaları, onların grup yaşantısını mecburi kılmaktadır. Spor kriteri de böyle bir yapı içerisinde, genel olarak bir toplumun tüm hayat biçimi olarak ifade edebileceğimiz sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel yapı içinde insanların birbirleriyle olan ilişkilerini belirlemektedir. Bu durum sporun ülkeler içerisindeki hayati önemi açıklamaktadır. Sporun kitleselleşmesi sürecinin İkinci Dünya Savaşı sonrasında hızlandığı hatırlanacak olursa sporun, antropologların klasik konularından biri olan "kültürel yayılma"nın en süratli örneklerinden biri olduğu söylenebilir. Bu yayılma XIX. yüzyılın sonlarında ve İngiltere'den başlamış; spor buradan diğer Batı ülkelerine ve üçüncü dünyaya doğru ilerlemiştir. Sporun süratli yayılmasında kuşkusuz İngiltere'nin o dönemdeki endüstriyel ve emperyalist gücünün payı büyüktür. Çünkü İngiltere o dönemde demokratik ve endüstriyel Batı dünyası için bir örnek, sömürgeleri açısından da bir otorite durumundadır (5).  Spordaki globalleşme eğilimleri arasında şunları sıralayabiliriz: Yeni spor ekipmanlarının üretimi için Üçüncü Dünya ülkelerinin kullanılması. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (İOC), Uluslararası Futbol Birlikleri Federasyonu (FİFA), Uluslararası Amatör Atletizm Federasyonu (İAAF) gibi kuruluşların dünya ülkelerindeki organizasyonları yönetmeleri ve mali olarak güçlenmeleri. Yabancı atlet ve sporcuların profesyonel takımlara transferleri. Uluslar arası arenada sportif yarış ve başarıların, değişik yayınlar ve reklamlar yolu ile tanıtılması. Tüm bunlar sporun küresel niteliklerini ilgilendiriyor. Modern sporun kültürel yayılma sürecinden bağımsız ve toplumların iç dinamiklerinin ortaya çıkardığı özgün bir fenomen olmadığı görülmektedir. Böyle olsaydı evrensellik arz eden spor kurallarının mevcudiyeti söz konusu olamazdı. Sporun günümüzde, ulusal sınırları aşan kuralları ve bunun yanı sıra, yönetim biçimi ya da ideolojisi ne olursa olsun herhangi bir ülkeyi dışlamayan kültürel yaygınlığı "sporun globalleşmesi" olgusunu ortaya koymaktadır (5). Dünyadaki kapitalist sistem sporun küreselleşmesini engellemez, çünkü spor dikkatli ve kazançlı ilişkisi olduğu kapitalist firmalarla kaçınılmaz bir bağ içerisindedir. Günümüz dünyasındaki yeni siyasi ve ekonomik küreselleşme, spor alanının gelişmesi için uygun bir zemin oluşturmaktadır.



    ÖZET



Günümüzde spor ve insan yaşamı birbirinden ayrılmaz hale gelmiştir. Bu nedenle hangi yaşta olursa olsun, bilimsel temellere dayalı, bilinçli ve sistemli yapılan spor, insanın tüm yaşamı boyunca sağlıklı, uyumlu, başarılı, mutlu olmasında ve normal gücün yüksek tutulmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda, sporun yaygınlaştırılması gerekli görülmektedir. Bir toplumda sporun yaygınlaştırılması, söz konusu özelliklerin bireylere kazandırılmasının yanı sıra, üst düzeyde yarışmaya dayalı çalışmayı gerektiren ve evrensel kültür öğesi olarak değerlendirilen spor için de sağlam bir temelin oluşmasına yardımcı olmaktadır. Küresel bir olgu olarak spor, toplumların sosyo-ekonomik koşullara bağlı olarak yaygınlık kazanmaktadır.    





KAYNAKÇA

  1. BOURGAT M. “Tout savoir pour bien choisir le sport de votre enfant”-Favre 2001.
  2.  ÇANKAYA. C.: Spor Tesisleri İşletmeciliği ve planlamacılık Ders Notları, Bursa, 2001. 
  3.  FİŞEK. K. (a) 100 Soruda Türkiye Spor Tarihi, Gerçek Yayınevi İstanbul; 1998 
  4. GENÇ A D. “Spor Hukuku” Alfa Yayım Dağıtım- İstanbul 1998. 
  5.  İKİZLER H. C. Sporda Sosyal Bilimler – Alfa yayınevi. 2002. 
  6. KILCİGİL. E. Sosyal Çevre-Spor İlişkileri, Bağıran Yayınevi, Ankara, 1985. 
  7. . KORYÜREK C. “Atina- Atlanta 28 asırlık Olimpiyatlar tarihi, Arçelik yayınları, Delta yayın evi, 1996.
  8.  NARLI ÖY. “Küreselleşme – mesih mi şeytan mı?” Bursa Tabip Odası Yayın Organı, Hekimce Bakış, sayı 53, 2002, Bursa. 
  9. NİKOLOV İ. Bılgarska Olimpiyska Akademia “Godişnik 2001”, -GrafimaksSofia 2002.